Bugün yataktan uyandığımda sabahın tam yedisiydi. Ve ben yataktan yedi yaş gençleşmiş şekilde uyandım. Yedi yetmez, 17 olsun dedim. Baktım o da yetmiyor, 27'de anlaştım. Tamam, şimdi oldu, 27 yaş gencim.
Sokaklar bomboş, Fakıuşağı'nda inekler geziniyor. Her yer avlulu evlerden oluşuyor. Durakta bekleyen bir amcaya yaklaşıp soruyorum: "Ne zaman kalkar bu dolmuş?" Öylece bakıyor gözüme, "Dolunca evladım, dolunca," diyor. Uzun zamandan sonra ilk kez biri bana "evladım" diyor. O kadar çok amca olmaya alışmışım ki... “İlerde buralar hep apartmanla dolacak” diyorum. Dolmuştakiler başlıyor gülmeye. "Keşke," diyorlar. "Keşke demeyin, tövbe deyin," diyorum. Şehrin betona döneceğini anlatmaya çalışsam da izah edemiyorum.
Şehir yemyeşil. Nefes alıyorum. Koca çınarların orada geziniyorum. İki genç yaklaşıp ateş istiyorlar. "Yakmayın buraları," diyorum. "Yansın abim. Bir tane alışveriş merkezi yapılır, gidecek yerimiz olur," diyorlar. "Tövbe deyin," diyorum. İnatla “İnşallah AVM olur” diyorlar...
Yoluma devam ediyorum. Karşımda eski bir bakkal dükkanı beliriyor. Rafları tozlu, duvarları yılların hikayesini anlatıyor. İçeri giriyorum, dükkan sahibi bana gülümseyerek bakıyor. "Hoş geldin evladım, ne arıyorsun?" diyor. "Geçmişi arıyorum," diyorum. Gülümsüyor, "Geçmiş her zaman burada, unutulmayı bekliyor," diye yanıtlıyor. Eski gazeteler, unutulmuş oyuncaklar, tozlanmış kitaplar... Hepsi bir zamanlar birer hikaye, şimdi ise sadece anılar. Dükkanın köşesinde bir kaset çalar duruyor. Yanında kasetler... Merakla yaklaşıp kasetleri inceliyorum. Her biri, geçmişin melodilerini saklıyor. Dükkan sahibi, "İstediğini çalabilirsin evladım," diyor. Ümit Besen “Nikah Masası” seçiyorum. Yağ gibi akıyor kulaklarımdan. Dükkan sahibi başlıyor anılarını anlatmaya. Gençliği, ilk aşkı, hayalleri... Her kelimesi, yaşanmışlıkların tatlı bir hüznüyle dolu.
Dükkanın dışına çıktığımda, gökyüzü hafiften kararmaya başlıyor. Etraf sessiz, sadece uzaktan gelen çocuk sesleri duyuluyor. Bir parkın yanından geçiyorum, çocuklar gülerek oynuyor. Onların neşesi, günün yorgunluğunu unutturuyor. Bir banka oturup onları izlemeye başlıyorum. Oyunları, kahkahaları, hayatın basit ama en değerli anları... Gün batımıyla birlikte 7 Ocak Ortaokulu’na yaklaşıyorum. İçimi bir sevinç kaplıyor. Güzel zamanlardı diye düşünüyorum. Mahalle bekçisi yaklaşıp kimliğimi soruyor. “Yok,” diyorum. "Kimliksizim. Şehir gibi," diyorum. Tutuyor kolumdan. "Bari bu okulu yıktırmayın," diye yalvarıyorum. Diğer bekçi deli olduğumu düşünüp, “Var git işine,” diyor.
Soluğu tenekeciler çarşısında alıyorum. Talip usta gencecik teneke işliyor. Otogarda Adana otobüsleri ard arda çıkıyor. Öylece izliyorum. Hızla Kişioğlu pasajında soluğu alıyorum. Şehir farklı bir renge bürünüyor. Gökyüzü kızıllığa dönüşüyor, sanki zaman duruyor. Kişioğlu pasajında, eski dükkânlar ve yorgun yüzler var. Her köşe başı, bir zamanlar canlı olan ama şimdi sessizliğe bürünmüş bir hikâye anlatıyor. Pasajın sonunda bir çay ocağı var. İçeri giriyorum, sıcak bir çay istiyorum. Çaycı, yılların verdiği tecrübeyle demli bir çay yapıyor. "Neredensin evladım?" diye soruyor. "Geçmişten," diyorum gülümseyerek. Anlamıyor, ama gülümsüyor. Çayımı yudumlarken, pasajın içinden geçen insanları izliyorum. Her birinin yüzünde farklı bir hikâye, farklı bir yaşam mücadelesi var. Kimi aceleyle yürüyor, kimi dalgın dalgın etrafı süzüyor. Çayımı bitirip, pasajdan çıkıyorum.
Sokaklar artık daha da sessiz. Hafif bir rüzgâr esiyor, yapraklar hışırdayarak dans ediyor. Yavaş yavaş yürüyerek evime doğru ilerliyorum. Yolda, çocukluğumun geçtiği sokaklardan geçiyorum. Her bir köşe, unutulmuş bir anıyı canlandırıyor gözümde. Eve vardığımda, kapıyı açıp içeri giriyorum. Bir gün daha bitti. Yatağıma uzanıp gözlerimi kapatıyorum. Şehrin eski ve yeni hali, geçmişle gelecek arasındaki bu tuhaf dans, rüyalarıma karışıyor. Gözlerimi açıyorum. Her şeyin bir rüya olduğu gerçeği ile yüz yüze kalınca, aynada eskiyen yüzüme öylece bakıp kalıyorum.