Bu günlerde benim yaşıtım ve üstü olanların diline dolanmış bir kavram var: Z Kuşağı. Kimdir bu Z kuşağının akranları?

Bu makaleyi kaleme alırken açıkçası her makalede olduğu gibi yine şahit olduğum bir olayı baz alıp cümleleri didikledim. Aslına bakarsanız yazmaktan yoruldum artık. Evet 54 yaşında ve hayatının son çeyreğinde biri olarak biliyorum ki ne kadar yazarsam yazayım değişen bir şey olmayacak. O zaman yazmanın anlamı ne? Beraat etmek. Evet Merhum gazeteci Hüseyin Ünaldı’nın tabiriyle “gelecek nesillerin gözünde ve gönlünde beraat edebilmek”

Bizim nesillerin gençlerle alıp veremediği nedir bilmiyorum. Ben güveniyorum onlara. Hem de sınırsızca. Bu güvenin tek nedeni de onlara bırakmayı beceremediğimiz aydınlık yarınları, elimizdeki siyah boya ile karanlığa çevirdiğimiz için. Evet biz de karanlık devraldık ama zifiri hale getirip maalesef gençlere bıraktık. Bu yüzden umudumu diri tutmak adına onlara güveniyorum.  

Bu günlerde benim yaşıtım ve üstü olanların diline dolanmış bir kavram var: Z Kuşağı. Kimdir bu Z kuşağının akranları? Neden bu kuşağa duyulan öfke bir türlü dinmiyor? Her gün artıyor? Ne istiyoruz onlardan?

Gelin önce bir soğuk duş alalım. Çünkü Z Kuşağı dediğimiz ortalama 18-25 yaş arası gençlerden başka hiçbir umudumuzun olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Kimsenin de onlara zerre kadar kızmaya hakkı yok. Evet, duşumuzu aldık, şimdi başlayalım kurulanmaya... 

"Öyle ya, efendim çok saygısızlar, manevi değerleri yok, sorumluluklarından habersizler." Biraz geriye gidelim. Gençken biz çok mu saygılıydık? Ya da dedelerimiz, onların dedeleri? İnsanlık tarihinin başından bu yana sürekli dile getirilen şeylerden biri de “ne olacak bu gençliğin hali?” değil mi? Hitit tabletlerinden bugünün sosyal medyasına kadar, her kuşak kendinden sonra geleni suçluyor. Peki biz ne yaptık, bu gençlere nasıl bir dünya bıraktık? Sizin yerinize ben cevap vereyim: Zifiri…

Onlara bıraktığımız dünyanın haline bir bakalım: Kirli bir hava, talan edilmiş ormanlar, taşa dönmüş bir doğa, sıcaklığı artan okyanuslar, kararmış ekonomik düzen ve en acısı “gelecek kaygısı”. Hangi çocuğumuza hayal kurabileceği bir zemin sunduk? Kaç tanesi yeteneklerinin peşinden gidebildi? Kaç tanesi sevdiği mesleği yapabildi? Adı bilinmeyen bir güzel sanatlar mezunu heykeltıraşın, trafikte elinde ceza defteriyle duran bir polise dönüşmesi, kendi yeteneğini hiçe sayması kimin suçu? Gençlerin mi?

Osmaniye’de rastgele bir kahvehaneye gidip oturalım. Akşama kadar aynı anıları birbirine kaç yüz defa anlatan amcalara soralım: “Ne düşünüyorsunuz bu gençlik hakkında?” Yüzde doksanı “Gençlik bitmiş, yavrum” diyerek başlar anlatmaya. Aynı amcalar, sabahından akşamına kadar duvarlarına kendi hayal kırıklıklarını kazıdıkları ‘Anılar Mağarası’ndan çıkıp da toplumu eleştiriyorlar. Kendisi için, ailesi için, şehri için, insanlık için en küçük bir çaba göstermeye erinen bu insanlar verip veriştiriyorlar. Gençler şöyle, gençler böyle...

Kahvehaneden çıktık, bir siyasi partinin kapısını çaldık. Selam verdik, hal hatır sorduk ve aynı soruyu tekrar ettik: “Ne diyorsunuz bu Z Kuşağı hakkında?” Karşımıza yine aynı sahne çıkıyor: “Bak gazeteci bey evladım, bizim zamanımızda siyasetin bir ağırlığı vardı. Biz gençken…” Başlıyor Anılar Mağarası’nın karanlık dehlizlerinde dolanmaya. Konuştukça daha derinlere, daha karanlıklara iniyorlar. Bu insanları dinleyen yabancı bir turist, ülkeyi Mustafa Kemal Atatürk değil bu amcalar kurmuş sanır. Ama gerçeklik öyle mi? Gençlere devasa bir enkaz olarak bıraktığımız şu düzene dönüp bakıyoruz. Sadece Osmaniye mi? Bugün ülkenin tüm gençleri, adeta topluca her şeyi geride bırakıp başka ülkelere gitme hayaliyle yaşıyor.

Eski politikacıların da şehirle olan bağları şöyle anılarla başlıyor: “Hiç unutmam, rahmetli Demirel Osmaniye’ye gelmişti, meydanda şöyle bir konuşma yapmıştı…” ya da Ecevit, ya da Mesut Yılmaz, Erbakan, Özal, Çiller, Türkeş ya da başkaları... Ne bilsin Z kuşağı bu isimleri 22 yıldır bildikleri tek lider Erdoğan. Geldiler de ne oldu?  Hangi taşı yerinden oynatabildiniz? Yoksa sadece o taşı yerinde sayan anılarınızla dolanıp duruyor musunuz?

Anılar mağarasının girişinden dönüp bakınca görüyoruz ki bugün o mağarayı da Z Kuşağı temizlemek zorunda. Ama ne zaman o temizliği yapmaya kalksalar “Bu gençler hiç değer bilmiyor!” diye feryat edende, mağarayı temizlemeyi engelleyende yine sizsiniz. Kendimi de katarak yazmak gerekirse: biziz.

“Gençlerden bir şey olmaz” diyorlar, tekrar soruyorum: “Amca, bu gençlere ne bıraktınız da ne istiyorsunuz?” Cevap hep aynı: “Bu vatanı bıraktık. Daha ne bırakalım?”. Kusura bakmayın ama bu tarz söylemlerin artık karşılığı yok. Çünkü vatanı siz bırakmadınız. Siz emanet aldınız. Zifiri karanlığa çevirip  Z Kuşağının hayallerine, umutlarına yığdığınız koca taşları da siz bir zahmet kaldırın.

Bu kuşağın elinde olmayan nedenlerden dolayı çok daha karmaşık sorunlarla boğuşmak zorunda kaldıkları bir dünyayı zehir zemberek ettik. Sürekli gelişen teknolojik dünya, ekonomik eşitsizlik, adaletsizlik, liyakatsizlik, tutulmayan sözler, boş vaatler, eğitimin mundar edilmesi, bozuk düzen ve ekolojik felaketler ile şu gençlerin yaşam alanını daralttıkça daralttık. Ama onlardan bir mucize bekliyoruz. Bu mucizeyi yapacak olanlar – belki de – yine onlar ama önce bir destek lazım, önce gerçekçi bir sevgi ve anlayış lazım.

Bu kuşağın arkasından söylenmeyi bırakıp önlerini açmak lazım. Açamıyorsanız da bir zahmet anılar mağaranızdan çıkarak, doğum sancısı çeken güneşe bakıp: "Biz güneşi göremedik, haydi gençler sıra sizde" deme cesaretini gösterecek bilinçli amcalar lazım. Ha dersen umudun var mı? Vallahi yok. Billahi yok. Mağaranın sıcağından çıkmayacaklarını da adım gibi biliyorum.

Aldatılanlardan değil, anlayanlardan olmanız dileğiyle güzel, aydınlık yarınlar dilerim. (İnanmasam da) Kalın sağlıcakla.