“Hadi bir fotoğraf çektirelim!” Son yıllarda en çok kullandığımız cümle bu olmalı. Gittiğimiz her yerde. Okuduğumuz her kitabı (Ya da okuyormuş gibi yaptığımız), izlediğimiz her diziyi, yediğimiz yemekleri, içtiğimiz kahveleri, ev gezmelerini, hastane ziyaretlerini, (hadi itiraf edelim kolumuzda serumla fotoğraf çektirmeyen kaç kişi kaldık şunun şurasında) apartman toplantılarını,  kayın ile oynanan tavlaları, gidilen sünnetleri, düğünleri, nişanları her şeyi kayıt altına alıp fotoğraf çektirmek bir modadan fazlası oldu. Hatta olmazsa olmaz bir kural oldu. Hatta bu o kadar ileri gitti ki cenazelerde bile fotoğraf paylaşımları aldı başını gidiyor. Açılan mezarın başında, kürekle toprak atıp “İnna Lillahi Ve İnna İleyhi Raciun” cümlesini yazıp paylaşım yapar olduk.

Çoğu sosyal medya kullanıcısı bu cümlenin anlamını bile bilmez ama Arapça olması ona yeterince kutsallık sağlar! Peki bu arada bütün bunları neden yaparız? Bu sosyalleşmek mi? Yoksa gereklilik mi? Ya da başka bir şey mi? Bu arada bilmeyenler için, Kur’an-ı Kerim’de, Bakara suresinin 156. ayetinde bulun “İnna Lillahi Ve İnna İleyhi Raciun” cümlesinin anlamı:  “Onlar; başlarına bir musibet gelince, Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah'a aidiz ve şüphesiz O'na döneceğiz derler.”

Her paylaşımla görünür olmak, var olmak, yaşadığımızı kanıtlamak zorundaymışız gibi hissediyoruz. Sosyal medya sayesinde sanki varoluşumuzu sadece paylaşımlarımızla teyit edebiliyoruz. İçinde yaşadığımız dünyanın gözünde ancak bir fotoğraf karesi kadarız. Bir an paylaşılmadıysa, sanki o an yaşanmamış, o yemek yenmemiş, o ölü bile gömülmemiş gibi hissediyoruz. İçten, gerçek yaşam deneyimleri birer gösteriye, birer fotografik performansa dönüşüyor.

Modern zamanların bu çaresiz görünür olma çabası, gerçek anlamda yaşamışmış olma hissinin önüne geçti. Artık bir anı paylaşmak, o anı yaşamaktan daha önemli hale geldi. Hatta çoğu zaman, yaşadığımız anın tadını çıkarmak yerine, o anı en iyi şekilde nasıl paylaşabiliriz diye düşünür hale geldik. Bir düğüne gidiyoruz ama orada olmaktan çok, kimlerle fotoğraf çekildiğimizi ve hangi filtreyle paylaşılacağını düşünüyoruz. İş o kadar absürt bir noktaya taşındı ki, sosyal medya dedikleri bu dünyada yapılan bir paylaşımdan bile insanların cinayet işlediklerine şahit olduk. Hangi hastaneye gittiğin, hangi yakının öldü, hangi mezara toprak attın, hepsi gösterilmeli! Varlığımızın ispatı gibi. Bir sürü dijital ayak izi bırakıyoruz; var olduğumuzu bu şekilde belgeliyoruz. Ama gerçekte bu paylaşımlar bizi daha da görünmez hale getiriyor.

Gerçekte sosyalleşmeyi unuttuk. Artık biriyle bağlantı kurmak yerine, kendimizi başkalarına kanıtlamak üzerine kurulu bir düzenin parçasıyız. Her paylaşımda biraz daha sığlaşıyor, biraz daha kendimizden uzaklaşıyoruz. Gerçekten hissetmek, karşımızdakine dokunmak, göz göze gelmek yerine, dijital ortamda beğenilerle tatmin oluyoruz. Bazen de o kadar saçmalıyoruz ki kendi paylaşımımızı beğeniyoruz!

Var olmak, çekilen bir fotoğraf karesine sığıyor. Gerçek bağlar yerine dijital beğenilere muhtaç haldeyiz. Kendi benliğimizi kaybediyoruz; daha fazla kişi tarafından beğenilmek, onaylanmak uğruna kendimizden taviz veriyoruz. Ve ironik olan ne biliyor musunuz? Tüm bu paylaşımlar, tüm bu çabalar, bizi daha görünmez kılıyor. Her şey paylaşıldığında, hiçbir şeyin anlamı kalmıyor. Anları yaşamak yerine, onları üzerinden anlam yüksek değerlerini kaybediyoruz.

Arkadaşlarının, tanıdıklarının her anını paylaşmaları, kişiye “Ben niye buradayım, o niye orada?” dedirtebiliyor. Bu rekabet hissi, insanları her şeyin fotoğrafını çekip paylaşmaya itiyor. Böylece, “ben de varım, ben de yaşıyorum” mesajı verilmiş oluyor. Rekabetin bu şekilde dışavurumu, kişinin kendini sürekli diğerleriyle kıyaslamasına neden oluyor ve sonucunda tatmin hissini giderek zorlaştırıyor. Bu duygunun vardığı nokta ise, çoğu zaman psikolojik bozukluk.

Çoğunlukla siyasiler bu duruma başvursa da toplumun tüm katmanlarına yayılmış sosyolojik hatta birazda psikolojik bir durum diyebiliriz. Anı yaşamak yerine neden belgelemek için çaba sarf etmek. Örneğin çok ünlü bir şarkıcının konserine gidiyorsun ve baştan sona elinde cep telefonu ile yayın yapıyorsun. Madem o minicik ekrandan seyredecektin, o vakit niye oraya kadar gidip, para verip, bilet alıp kuyrukta bekledin? Evde açaydın bir video paylaşım sitesini izleseydin. “Ben buradayım, siz yoksunuz . İzleyin ve çatlayın” bu cümle dışında bir açıklama sanırım kabul edilemez.

Uzun etmenin anlamı yok. Biz “buradayım” demek için yaşıyoruz. “Buradaydım” demekten zevk alıyoruz. Ve bunu dünyada en çok yapan milletlerden biriyiz. Eskiler derler ya “zengin parası ile fakir karısı ile oynar” devir değişti. Zengin de fakirde artık cep telefonu ile oynuyor. Hepsi bu.

Kalın sağlıcakla..