Memleketin derdi yer fıstığı. Yeminle gecemiz gündüzümüz fıstık olmuş. Valisinden belediye başkanına, esnafından öğrencisine kadar herkes, bu yer fıstığı için bir aidiyet savaşına girmiş durumda: "Fıstık bizimdir, bizim kalacak!"
Ama ne görüyorsun? Adana diyor ki: "Bizim o fıstık!" Marmaris durur mu, "Hayır, bizim" diye atılıyor. Silopi bir uçtan el sallıyor: "Fıstıkta hakkımız var!" Alanya ise bu savaşın bir köşesinden tutmuş, "Bizi de unutmayın" diye sesleniyor. Sanırsın ki yer fıstığı Yunanlılardan geri alınacak da biz bu savaşa girmişiz!
Bir de televizyonda çıkan, gözümüzün önünde acı biberle dolma sarmasıyla meşhur olan Master Şef Mehmet bile çıkmış, Osmaniye yer fıstığı konusunda "haksızlık yaptık" diyor. Arkadaş, şehirde başka konu kalmadı, herkes fıstığa sarmış durumda. Sanki bu fıstık meselesi çözülürse tüm dertler bitecek. Yollarımız tamamlanacak, deprem konutları bitecek, içme suyu, atık su sorunu çözülecek, turizm şaha kalkacak, işsizlik sona erecek, esnaf bayram edecek filan... İşte öyle bir umut var ortada!
Bu hafta da Fıstıkfest başlıyor. Gülüp eğleneceğiz, şarkılar türküler eşliğinde coşup Kasım'ın son günlerinde keyifli bir hafta sonu geçireceğiz. (Gerçi bu yazı gazetede çıktığında festival bitmiş olacak ya, neyse...) Aynı hafta komşumuz Kahramanmaraş ise kitap fuarıyla iştigal edecek. Bakış açısı mı, kültür farkı mı, yoksa tarihsel tesadüf mü? Bilmiyorum! Benim tercihim ilk gün Fıstıkfest, ikinci gün Kahramanmaraş Kitap Fuarı olacak (Başka giden olursa).
Elbette festivaller bir şehrin dokusunu canlı tutar, hareketlendirir, renk katar. Sözüm yok, olamaz da. Neticede ortada verilen bir emek, bir çaba var. Burada kimseyi eleştirecek değilim. Ülkenin çeşitli yerlerinden ustalar gelecek, mutfak sanatçıları fıstıklı lezzetlerini sergileyecek, şehrimizi gittikleri her yerde anlatacaklar. Onları en iyi şekilde ağırlamak boynumuzun borcudur.
Hazır tanıtım demişken, hep merak ettiğim konulardan biridir: Tanıtım neden yapılır? Cevap veriyorum: "İnsanlar şehrimize gelsin diye." Başka ne için? "Bizi ilçe olarak bilmesinler diye." Hadi biraz daha hafızayı zorlayalım: "Bizden bahsetsinler diye." Bütün bu cevapları doğru kabul edelim. Bir varsayımda bulunarak devam edelim: Diyelim ki Türkiye'nin en büyük tanıtımını gerçekleştirdik ve çok değil, sadece 500 kişi Osmaniye'ye gelmeye karar verdi. Al sana 11 otobüs dolusu insan:
Soru 1: Bu kadar insan Osmaniye merkezde ne tür aktiviteler yapacak?
Soru 2: Bu kadar insanı nerede konaklatmayı düşünüyorsun?
Soru 3: Bu kadar insana yönelik ne tür fıstık etkinliğin var?
Hepsine birden verilecek cevap aynı: Üç harfli, "Yok." İşte bu işin ironik kısımlarından biri.
Gelelim diğer konuya: Fıstık işleme fabrikaları. Bu kadar emek ya da çaba, hiçbirinin umurunda mı? Değil. Onların derdi ne? "Ne kadar kar ettik?" Siz hiç duydunuz mu "Bütün fıstık üreticileri birleşip, köy okullarını gezerek öğrencilere yer fıstığı ikram ettiğini?" Ya da hiç duydunuz mu "Huzur evine gidip fıstık ikram ettiklerini?" Ya da şehrimizin turizm elçileri de olan üniversite öğrencilerine yönelik geniş çaplı bir çalıştay düzenlediklerini? Üniversite öğrencilerine fıstık ikram ettiklerini?
En sert soruyu da soralım eksik kalmasın: Bu fıstık fabrikalarında çalışan vasıfsız işçilerin yüzde kaçı Türk? Ya da diğer soru: Bu fıstık fabrikalarında çalışanların yüzde kaçı sigortalı? Daha soru sayısını artırmak mümkün ama gazetede bana ayrılan yer de kısıtlı.
Son olarak; Osmaniye Ticaret ve Sanayi Odası ya da diğer ilgili meslek kurumları bu kadar organizasyonun neresinde? Taşın altına ne kadar ellerini koymuşlar? Bu zamana kadar fıstık üzerine ne tür bir katma değer üretmişler ya da varsa üretilen katma değere bilimsel ya da ticari olarak ne kadar katkı sunmuşlar? Memlekette spor lisesi var, güzel sanatlar lisesi var, endüstri meslek lisesi var ama yer fıstığı üzerine bir tane bile ortaokul bile var mı? Yok.
Yaşar Kemal, Arif Keskiner, İbrahim Çenet gibi mutlak değerlerin göz ardı edildiği bu şehirde açıkçası fıstık olsa da olur, olmasa da olur. Neticede toplayan kazanıyor, satan kazanıyor, tarla sahibi kazanıyor, işleyen kazanıyor, taşıyan kazanıyor, bize de "Hani bana, bana?" demek kalıyor.
Kalın sağlıcakla.
Makalede yer alan İbrahim Çenet İstanbul Üniversitesinde hukuk, Paris Sorbon üniversitesinde edebiyat ve dil okudu. Anadolu Halk Bilim Kültür Akademisi kurucularından. Belgesel yapımcısı. Yazar. Sümer Tarihi Uzmanı. Politikacı , yazar . Deniz Gezmiş'İn arkadaşı. Uzun yıllar cezaevlerinde tutuldu. Kısaca; Tohumun içinde ki uç kadar küçük. Algıladığı evren kadar büyük birisi.