Yerel gazeteciler ekonomik ve sağlık sorunlarıyla boğuşuyor. Toplumun onlara karşı olan manevi ve maddi borcunu hatırlatma zamanı geldi.
Bu bir ağlama yazısı değildir. Öncelikle yazıya böyle başlamayı uygun buldum. Çünkü ağlamak bir yere kadar iç rahatlık anlamında çözümdür ve bana göre de faydalı bir şeydir. Gözyaşları ruhu temizler. Bu temizliği de abartmadan dönem dönem yapmak gerekir. Gazeteciler ağlıyor. Hatta gazetecilerin artık anası ağlıyor.
Sık sık gazeteci sorunlarını kaleme aldığımdan çok eleştiri alıyorum: “Herkesin derdi var kardeşim. Beğenmiyorsan başka iş yap.” Bu tavsiye cümlesi (-ki aslında tavsiyeden öte; kısmi tehdit). Kendi adıma konuşmak gerekirse, bu işi yapmak için başka işi bıraktım. Oldukça da yüksek gelirli bir işe veda ettim. Yazmak, gazete kokusunu ciğerlerinin her gözeneğinde hissetmek, harf dizerek haber yazmak eskiden benim için bir hobi iken şimdi mesleğim oldu.
Gazetecilik ciddi anlamda tutkudur. Haberin içine girmek, yandaş medyanın (ne tarafa yandaş olursa olsun fark etmiyor) gözünüze soktuğu yalan haberi tersten okuyabilmek, 2. Dünya Savaşı’ndan kalma Joseph Goebbels yöntemlerini anlamak, satır aralarını görmek, ileri kestirim yapabilmek, gazeteciliğin temel yetenekleri arasındadır. Bunun okulla falan da ilgisi yoktur. Nice ilkokul mezunu gazeteci tanıdım, İletişim fakültesinde ders veren doçente (mesleki anlamda) pabucunu ters giydirir. Dolayısıyla gazetecilik tıpkı heykel ya da resim yapmak gibi bir yetenektir. Elbette her ressamın aynı olmadığı gibi gazetecilerde de farklılıklar mevcuttur (-ki bu da doğaldır). Hatta bazen Cin Ali çizip, bunu Van Gogh tablosu zannedenler de yok değil! (Acı gerçek şu ki: alıcısı Van Gogh’tan daha fazla.)
İki-üç gündür gazeteci büyüklerimi ziyaret ediyor, onların sorunları ile hemhal olmaya çalışıyorum. Çözüm üretme noktasında da elimden geleni yapmak için kanat çırpmaya çalışıyorum (-ki etim budum belli). Bir yere kadar… Çoğu, başta ekonomik ve sağlık sorunları olmak üzere büyük bir yaşam mücadelesi içinde. Kiminin koca koca marka değeri olan patronları sigortalarını yatırmamış, kimi aylarca maaş alamamış. Kiminin önüne fırsatlar çıksa da Osmaniye’de kalmayı tercih etmiş. Kimi ise sadece o günü kurtarmak adına ne varsa harcamış. (Bugün buldum, bugün yerim, Hak kerimdir yarına...) Kimi de aşk uğruna, satmış savmış.
Elbette içlerinde durumu oldukça iyi olanları da yok değil. Onların beyin kıvrımları biraz daha sanat değil de zanaat modunda olduğundandır belki de... Bilemem. Ben orta direğin biraz altında, tabiri caizse "orta çıbık" modunda sayılırım. Hem emekliyim hem de emekçi. Dostlarım hariç hiç kimseden de maddi talebim olmaz. (Yani sizden hiç maddi talebim olmamışsa muhtemelen dostum da değilsinizdir...!) Konuya dönecek olursak, şehirde yaşayan ve hayatını size haber vermekle geçiren, yıllarca gözünüz kulağınız hatta diliniz olmuş yerel gazetecilerin “artık devri bitti” deyip bir kenarda unutulması açıkçası içimi yakıyor. Bu gazeteci abilerimiz ve ablalarımıza borcumuz var. Ve dönem bu borçları ödeme dönemi.
Kimi konteynerde, kimi barakada yılların anılarına tutunup yaşamaya çalışıyor. Perişan giden hayatlarının, depremle daha da yaşanmaz hale gelmesine tanık olmaya devam ediyorlar. Bu dünyadan göçüp gittiklerinde “vah vah iyi adamdı” demek yerine şimdi onlar size “iyi adam” desin. Ellerinizi uzatın. Korkmayın. Kentin halen yaşayan tarihi olan yerel gazetecilerin sizlere ihtiyacı var. Hem maddi hem de manevi.
Kalın sağlıcakla.