Bugün çocukluğumun başkentine bir ziyarette bulundum. Türkiye’nin neredeyse tamamına yakını gezdim. Dünya’da bir çok ülke ve şehir gördüm. Hayran olunacak mimarilere şapka çıkardım, muhteşem doğalara tanıklık ettim. İnanılmaz lezzetler tattım. Ama hiçbir lezzet “19 Numara Boş! Cırrık Kebap Salonu”un zerresi kadar değildi. Peki nedir “19 Numara Boş! Cırrık Kebap Salonu” açıkça ifade etmek gerekirse sadece bir lokanta değil, yolu Kadirli’den geçenlerin bildiği bir Kadirli markasıdır. Bana göre değme ‘Coğrafi İşaretlere ’de taş çıkartır. Şimdilerde öyle kendine has lehçesi ile var olan lokanta görmek çok zor. Ama Cırrık o dönemlerde herkesin çocukluğunun en özel yerinde var olan bir kültürün ta kendisidir. Bugün o sokağa girdim. Artık ne Cırrık vardı ne de masası.
Ceyhan Pamukeli yatılı İlköğretim Okulu’ndan yediğim dayaklar sonucu kaçıp, soluğu çocukluk sığınağım olan Kadirli’deki babaannemin yanında almıştım. Yaşım henüz 12 idi sanırım. O zamanlar bırakın cep telefonunu, evlerde normal telefon bile yoktu. Almak için günlerce sıra beklenirdi. İhtiyacımızda yoktu. Herkes birbirine güvenir acil durumlarda komşunun telefonu imdada yetişirdi. Yani modern kelepçeler olan cep telefonlarından uzak özgür günlerdi. “Okullar tatil oldu babaanne” dediğimde hiç itiraz etmeden inanmıştı koca yürekli Hürü Ninem. Belki de anlamıştı ama ses etmemişti. Dedem erken veda etmişti hayata. Hem de tam benim hayatımda ilk kez kutlamaya hazırlandığım doğum günümde. Çok kızmıştım. Bir gün daha yaşasa ilk kez kutlayacaktım. Sultan halamın pastası gözyaşları eşliğinde çöpü boylamıştı. Herkes bir bir evlenip yuvadan uçunca ninem tek başına hayata tutunuyordu. Ona da yoldaş olmuştum kısa süreliğine. Belki de o da sıkılmıştı yalnızlıktan ve kısa bir mola vermek istemişti. Babaannem iyi bir insandı. Hep öyle de kaldı. Sonra bir Temmuz sıcağında, o da hayata gözlerini yumdu . O gittiğinde yaşım 28’di.
“Yeni Sinema” da soluğu almıştım. Babaannem yastık altından çıkardığı paraları her gün veriyor ben de koşa koşa, varsa destancı dinlemeye yoksa Yeni Sinemaya gidiyordum. Okul falan umurumda değildi. Bugün Yeni Sinema’nın yerinde bir market, yazlık kısmında ise otopark var. O günlerde yazlık sinemada, film arasında yediğim “Alaska Frigo” dondurmasının lezzetini halen hiçbir dondurma veremez. Cüneyt Arkın yumrukları konuşturur. Fatma Girik ona sarılır, Aliye Rona bir köşede hep ağlar, Hulisi Kentmen ise tüm babacanlığı ile onlara bakardı. Erol Taş bütün kötülüklerin babası, Neriman Köksal anası idi. Babaanneme gitmeden önce Belediye düğün salonu yanındaki otobüs terminalinde “Adana, adana, dana, dana, dana” bağıran abilerin hemen yanında ev yapımı gazoz içer, mahalleden arkadaşım Orhan ile usul usul Savrun’a giderdik. Anadan üryan ve birbirimizden hiç utanmadan atardık kendimizi buz gibi Savrun sularına. Özgürdük ve özgürlüğümüzün çocukluk gibi demirden zırhı vardı. Kimse art niyetli davranmaz, çaldığımız eriklere bile “deseydiniz verirdim oğlum” diyen amcalar olurdu hep. Savrun bugün neredeyse tamamen kurumuş, pislik içinde bir yer. Erik çaldığımız bahçe ise; iki bloklu apartman olmuş. Yine bir gün sinemada “Kendo Sert Adam” diye bir film izlerken, babam gelip Sinemacı Kemal abiden oturduğum yeri öğrenip kulağımdan tutup, Reno 12 tipi aracın arka koltuğunda işkence merkezi olan yatılı okula teslim etmişti. Babaannem arkamdan çok ağlamıştı. Belki bana üzüldüğünden, belki de tekrar yalnız kaldığından.
Bugün çocukluğumun başkenti Kadirli’ye doyamadım. Babaannem ’in evinin yerinde 3 katlı bir ev, arkadaşlarımın evlerinin yerleri ise apartman olmuş. Ama Çamlı Kahve neredeyse hiç bozulmamış. (Asırlık ağaçların yok olması hariç) Şaşırdım kaldım. 1980 lerden kalma bir sahne gibi. Hala herkes “Basra” oynuyor yeni ihtiyarlar ise “okey” dedikleri rakamları yan yana dizdikleri bir oyun. Yukarıdan aşağı doğru inerken Cırrık'ın arka kısmındaki ayakkabı tamircisi ise 42 yıl önceki yerinde aynen duruyordu. Sadece ayakkabıları tamir eden kişi farklıydı. Ayak üstü muhabbete bir demli çay eşliğinde devam ettiğimizde, o zamanlar ayakkabıları diken amcamız, babasıymış. Ve şimdi oturduğu sandalye ise tam 50 yıldır aynı sandalye imiş. Yarım asıra dayanan ve aktif kullanılan bir sandalyenin halen var olduğunu yeni nesile anlatmak oldukça zor olsa gerek. Şimdilerde “Eski Çarşı” dedikleri bu yere de çocukluğumda “Yeni Çarşı” dediğimizi de bugün gibi hatırlıyorum.
Son kez bakıyorum ‘19 Numara Boş! Cırrık Kebap Salonu’na ve artık biliyorum ki Cırrığın Yeri asla dolmayacak, 19 numara hep boş kalacak.
Zaman değişiyor, insanlar değişiyor, şehirler de öyle. Ancak bazı şeyler hep kalıyor; hatıralar, hisler ve anılar. Kadirli, çocukluğumun gömülü olduğu, kalbimin bir parçasını bıraktığım yer olarak hep özel kalacak. Bugün Kadirli'den ayrılırken içimde bir huzur, bir de veda hüznü vardı. Ama biliyorum ki her gelişimde bana kapısını açıp, yine her köşesini ilk gün gibi gezdirecek olan Muzaffer Yüksel Kaya beni bekliyor olacak.
Kadirli, her şeyin başladığı yer, çocukluğumun başkenti. Ve ben, nerede olursam olayım, bir parçam hep Kadirli'de kalacak...
Kalın sağlıcakla
Not: Fotoğraflar için "Kadirli'nin Eski Fotoğrafları" sayfasına teşekkürler.