Hava sonbaharın demine çalmış, az daha ocakta kalsa kış gelecek. Mevsimsel geçiş derler üzerimizde bir kırgınlık. Aman hasta olmayalım falan derken ilk darbeyi biz atlattık. Karma serum falan. Hani bu günlerde sağlık kabinlerinde 500-1.000 TL arası satılan türden. Milletin dilinde mucizeleri dolanmış ama asılına bakarsan Gripin dedikleri ilaçtan gram farkı olmayan bir karışım. Boş iş yani. Git evinde dinlen, aynı hesap ama adı çıkmış bir kere neymiş Doping! Aynı Dubai Çikolatası hesabı. Adı var içi tısss. Parayı ödüyorsun, iyileştiğini zannedip sağlık kabini sahibini zengin ediyorsun. Hay Maşallah...!

Biz de hastane falan, ucuz yırttık, şu, bu derken "çok şükür" dediğimiz anda bir telefon çaldı "Tarzan Korkmaz trafik kazası geçirmiş. Bel kemiği kırılmış" dediler, koştuk hastaneye. (Gerçekten adı Tarzan. Bunu çok soran oluyor.) Gece, görüş olmaz dediler, biz de sabah gidelim diye çıktık. "Hastaneden ucuz yırttık" falan derken kader bir şekilde hastaneye getiriyor. Düşündüğümüz gibi değilmiş. Kaburgaları kırılmış güzel yürekli Tarzan abimin. Sokak köpeğine çarpmayayım derken, direksiyon hâkimiyetini kaybetmiş ve karşı yönden gelen araca çarpmış. Adam hayvanları sevdiği kadar insanları sevmez desem... Onları da seviyor. Başına ne gelirse de aha bu sevgilerden geliyor zaten!

Hastane idarecilerinden bir dostumuzu arayıp hal hatır ve Tarzan abinin durumunu öğrendik ve çıktık odasına. Göğüs cerrahi 3. Kat 14 Numara. Uyuyor mışıl mışıl. Zordur bilirim. İyi olacak diyorlar. Seviniyoruz. Çıkıyoruz. Bu arada "sevmediğin ot, burnunun dibinde biter" derler, bir söz vardır. Gerçekten de öyle 180 bin metrekare kapalı alan, 1300'ü aşkın çalışanı olan onlarca asansör ve 8 saatlik mesai diliminin herhangi bir anında sevmediğin otla aynı asansöre denk gelmek de ayrı bir şans. Bilet alsam amorti çıkmaz ama sevmediğim insanlar konusunda şanssızlık mı desem, kötü şans mı bilemedim? 'Dert tutsun!' diyelim yolumuza devam edelim. Önemli olan Tarzan'ın iyi olacak olması. Moral bozmak anlamsız!

Hastanede etkili ve yetkili arkadaş odasına davet ediyor bir çay içelim diye. Yok desek de başka bir yetkili arkadaşın odasına gidiyoruz. Çay kahve içelim diyor. Kahve markası soruyorum, içilmez türden bir marka. "Sağ ol!" diyorum "Kalsın". Bu arada rahmetli belediye başkanımız Musa Şahin'in kardeşi de odada (birazdan yazacaklarıma şahit olsun diye belirtiyorum) Mehmet Efendi ve Hilmi Erek dışında Osmaniye'de damak lezzetime uygun bir kahve maalesef yok.

Konu dağılmadan başlığa dönelim! Tam selamlaşma faslı bitmiş, Musa Şahin başkanıma dualar okunmuş, lafa gireceğiz, hoop içeri bir tane hanımefendi giriverdi (bakın nasıl da efendi yazıyorum. Öyle ya, kim bilir ardında kim var? Çok korkuyorum!). İçeride iki müdür, iki siyasetçi, bir eski yönetici ve bir gazeteci var. Tavır aynen şöyle: "Siz daha ne bekliyorsunuz Sadi bey kapıya geldi" ama panik nasıl. Ak Parti İl Başkanı yöneticilerle karşılanacak. Yan yana saf tutulup tokalaşmalar yapılacak. Sonrası vatan millet hizmet nutukları. Yersen. "Hadi hadi hadi geç kalacağız." İçeride oturan kim, ne için gelmiş, niye burada? Tek soru yok. Paldır küldür... Ben de gayri ihtiyari  "Beni tanıyor musunuz?" diye sesleniyorum "evet" diyor. Ben de tanınmanın verdiği rahatlıkla soruyorum: "Her gelen her siyasi partinin il başkanına aynı hassasiyeti gösteriyor musunuz?" diye sorma gafletinde bulundum. Allah belamı vereydi de sormayaydım. "Sizce" dedi ben de "size soruyorum" dedim. "Sizce" dedi. Bu şekilde tek kelimelik soru cevabı beş kez tekrar ettik. Sizce, ben sordum. Sizce, ben sordum... Sizce, ben sordum Sizce, ben sordum. Sizce...

Sonra yanımdaki siyasi arkadaşa "kalk gidelim" dedim. Kalktık. Bir yönetici uğurlamak istedi. "Gerek yok Sadi Bey beklemesin!" dedik ve çıktık. Burada Ak Parti İl Başkanı Sadi Binboğa'nın suçu var mıdır yok mudur bilmem. Değer verdiğim biridir. Simgesel seremonilere takılıp kalmaz. Belki de takılır. Malum İl Başkanı olunca her şey bir anda değişiveriyor! Fakat rahmetli Recep Yazıcıoğlu Vali'ye özenip gittiği yolun tam tersini gitmekte hiç olmaz. Kraldan çok kralcı olmak tanımı da tam olarak sanırım budur.

"Ne zamanki devlet kurumlarında liyakat ile atama yapılmaya başlanır, ne zamanki bu ülkede Ak Parti torpili, yerini halka hizmet edenlere bırakır, işte o zaman bir şeyler değişir" diye de ekleyelim.

Buradan önce İl sağlık müdürünüze bir cümle: Size hoş geldin ziyaretine gittim. "Kimseye ayrıcalık tanımam, adil bir adamım" dediniz inandım. Herkes görev yerinde çalışacak dediniz "tamam" dedim. O zaman temizlik görevlileri neden hala bilmem kim hanımın! olmayan kadrosunun sekreterleri olarak çalışıyor? Ben çözemedim. Diğer temizlikçiler Ermenistan' mı geldiler! Kaldı ki Ermeni bile olsalar,  insan haklarına sığmaz. Ayrıca bu yazdıklarım normal mi? Sizce?

Ak Parti İl Başkanı Sayın Sadi Binboğa: Genç, dinamik, aktif, eğitimli birisiniz. Aralık ayında il başkanı olacağınızı yazmıştım. Oldunuz (elbette benim yazmamla değil). Vatandaşın zamanından çalıp, bütün yöneticilerin il başkanını kapıda karşılaması normal mi? Ben bilemedim soruyorum. Sizce?

Yazacak daha çok şey var ama. Torpil dediğimiz, devletin kökünü kemiren bu hastalıktan bir an önce kurtulmamız gerektiğini sanırım tekrar etmeme gerek yok. Torpille işleyen sistemler çökmeye mahkumdur. Herkes gelir geçer. Esas olan devlettir. Devlete olan güven bozulur ise her şey bozulur.

Evet sevgili Okur, Buraya kadar yazdıklarımda bir anormallik var mı? Karar sizin. O zaman ben son soruyla nokta koyayım: "Yaşananlar normal mi sizce?"

Kalın sağlıcakla.