Sevgili okurlar,

Bu yazımı Cumhuriyet kavramı ya da Cumhuriyet tarihi hakkında bilgisi olmayanlar lütfen okumasın, kendisini de yormasın. Onlar için bu yazının yayınlandığı gazete sayfası , okumalık değil, domates  yada hıyar dilerken altına sermek için yazıldı!

Çukurova topraklarının yarıdan fazlası Yörük, Türkmen ve Afşar’dır. Ve bu kimliklerin hiç birinin Osmanlı ile arası iyi olmamıştır. Dadaloğlu’nun deyişlerinde de bu açık seçik anlatılır. Ama işte gel gör ki; bugün Dadaloğlu torunları Osman Bey’in torunlarına sevdalı şekilde yaşar gider. Bir nevi Stockholm Sendromu! Hadi yormadan başlayalım;
 
Yine geldik bir Cumhuriyet Bayramı’na... Ve evet, mehteran takımımız da hazır! Osmanlı'dan kalan bu askeri marş topluluğuyla “Cumhuriyetimizi” kutluyoruz. Biraz ironik değil mi? Hani Cumhuriyet, Osmanlı’nın “eski ve köhne” yapısını yıkıp modern, laik bir devlet kuracaktı? Meğer Osmanlı, mezardan kalkmış da mehterle kortej yapıyormuş, bizim haberimiz yokmuş. Bir yanda “Yaşasın Cumhuriyet!” diyen pankartlar, öte yanda Yeniçeri marşları… Tam bir "tarihten gelen kültürel sentez" dedikleri şey galiba bu.

Dizi İzlerken Gönüllerde Mehter Çalmaya Başladı Artık taşra illerinin Cumhuriyet kortejlerinde mehter olmadan iş yapamıyoruz. “Erken Cumhuriyet aydınlarının” kemikleri sızlıyordur muhtemelen ama olsun, nasıl olsa algı yerinde! Televizyonda bir Ertuğrul Gazi, bir Abdülhamid gördük mü, herkesin içinde bir “cihad ruhu” canlanıyor, Mehter Marşı hoparlörlerden taşmaya başlıyor. Halk, dizide gördüğü mehteri, gerçek hayatta bayramlarda, törenlerde görünce “verin benim kılıcımı” moduna girmiş durumda. Oysa Elon Musk çoktan uzayda yeni koloniler kurmaya başladı bile.

Üstüne bir de davul-zurna ekleyelim, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e tam geçiş yapıyoruz zaten: Düğünümüz de var, bayramımız da! “İki Adım Öne, Bir Adım Geri”: Mehterin Yeni Misyonu İşin güzel tarafı, mehterin bugünkü misyonu yalnızca Cumhuriyet Bayramı ile sınırlı değil. Ne zaman siyasiler biraz milliyetçilikle soslanmış bir mesaj vermek istese, mehteri öne sürüveriyorlar. Efendim, Osmanlı ruhu! Osmanlı adaleti! Mehter eşliğinde, "İleriye dönüp Osmanlı gibi güçlü olacağız!" nidaları... Ancak mehterin o ünlü ritmi, “iki adım ileri, bir adım geri” tam olarak bugünkü siyasetin ruhunu yansıtıyor aslında. Gider gibi yaparız, sonra geri döneriz. Zaten ülkede her şey böyle, ileriye gitmek işimize gelmez, biraz geriye dönüp hatıralarda oyalanalım. Cumhuriyet’i Osmanlı Sembolüyle Kutlamak! Bu cidden reform mu?

Kıymetli okurlar, eğer Cumhuriyet, Osmanlı’nın sonunu getiren bir reformsa, mehterin bu törenlerde ne işi var? Yoksa Osmanlı'yı bitirirken aslında sadece bayrağı devralıp başka bir kostüm mü giydik? Hadi diyelim Osmanlı mirasını sahiplendik, iyi hoş… Ama Cumhuriyet Bayramı’nda Osmanlı'nın askeri bandosuyla kutlama yapmak, tam anlamıyla “hadi gelin hep birlikte kafa karıştıralım” gibi bir şey. Tören kortejinde bir yandan cumhuriyetçiler, diğer yanda Osmanlı marşları çalınırken kafalarda iki soru oluşuyor: Cumhuriyet kimin? Osmanlı'nın mı? Cumhuriyetin mi? Yoksa bu ülkenin bayramları da reytingli diziler gibi mi yazılıyor? Bir sezon Osmanlı ruhu pompalanır, diğer sezon “laiklik elden gidiyor” diye sokaklara dökülürüz. Her sezon başka bir tema, ama kadro aynı. Yönetmen değişse de sahne hep aynı. Sonuç ne ? Mehterle Yeniden Diriliş mi, Yoksa Tarihe Sarılıp Oyalanmak mı?

Hadi Kendimize itiraf edelim: Mehterin Cumhuriyet Bayramı’ndaki varlığı, aslında bir zamanlar yıkılanın şimdi baş tacı edildiğinin ilanıdır. Bugün artık Cumhuriyet de Osmanlı’nın ruhunu taşır hale geldi. Gördüğümüz şey, belki de geçmişle barışmak değil, geçmişi yeniden pazarlamaktır. Bir yandan modernizmin gölgesinde yaşarız, diğer yandan tarihten aldığımız gazla sokaklarda yürürüz. Öyle görünüyor ki, Cumhuriyet törenlerimizde mehter çalarken, iki adım ileri gidip bir adım geri dönmekten başka çaremiz yok.  Hatta detaylı bakarsak bir adım ileri 3 adım geri durumuna geldiğimiz de aşikar.

Osmanlı’nın ruhunu ararken, Cumhuriyet’in ruhunu kaybetmemek dileğiyle...

Şimdi hep birlikte haykıralım: "Ceddin deden, neslin baban!"

Not: Bu yazı benim şahsi görüşlerimi anlatır. Tarihçi değilim. Tarihi de “tarafsız” tarihçilere bırakmanın doğru olduğunu savunurum. Karşı tezi olan buyursun, anlatsın, dinlerim.