Zenginler seçilir, fakirler seçilmez. "Seç ama seçilme" gerçeği demokrasimizi tehdit ediyor.

1946 yılında yapılan seçimlerin ardından ülkemiz çok partili sistemle tanıştı. Çok parti demek çoklu ses ve demokrasinin çokça dillendirilmesi ve meclis mozaiği demekti. Sonrasında yavaş yavaş bu hak yerini başka mecralara bıraktı. Önce “torpil” ile tanışan çok partili sistemin mahsulleri yavaş yavaş “koltuk kapma” ve “rant” kelimeleri ile haşır neşir olmaya başladılar. Zaman geçti sözüm ona demokrasi ilerledi “seçme ve seçilme” hakkı sağlam temellere oturdu.

Oturdu da nereye oturdu gelin birlikte bakalım. Eski Türk filmlerinde hep izlemişizdir, kasabaya yeni gelen öğretmen bütün zorlukları aşar ve kasabada mutluluğu ve huzuru sağlar. Kötü adamlar ya iyi olur ya da tarumar. Kötü kalpli belediye başkanı ise bir köşede halkın linçine maruz kalır. Biz de bir yandan çekirdek çitlerken diğer yandan öğretmeni ayakta alkışlarız. “Helal olsun çocuğa” deriz. Oysa şu soruyu hiç sormayız: Kötü kalpli ve zengin belediye başkanı nasıl seçildi? Ona uzaylılar mı oy verdi? Cevap net Kasaba halkı oy verdi. Peki, neden oy verdi? Çünkü zengin. Net cevap bu: Zengin.. O Türk filmlerinde emin olduğum tek nokta ise: Filmdeki öğretmen, filmdeki kasabada öğretmenlikten istifa edip belediye başkan adayı olsa seçimi kazanamaz. Neden? Parası yok. Bu kadar.

Konuya buradan bakarsak, hilafet sonrası büyük bedeller ödenerek kazanılan Cumhuriyet ve nimetlerinden biri olan “Seçme ve Seçilme Hakkı” artık buzdolabına kaldırılmış, orta gelirli ve fakir halkın elinden alınan “seçilme hakkı” yine paraya takılmıştır. Bugün herhangi bir parti aday çıkaracağı zaman ilk baktığı nokta: Parası var mı? Yani parası olmayan ama halka kendini adamış bir aday istese de aday olamaz. Olamaz çünkü brandalar, reklamlar, araç giydirmeler, düğünler, cenazeler, seçim büroları derken ciddi para harcaması gerek.

Genel merkezlerden gelen para ise masrafın sadece yüzde bazen binde biri kadar. Halk yine kendi yönetim şeklini belirlerken büyük bir paradoksu da yaşar. Bu paradoks “Seç ama Seçilme” paradoksudur. Bütün zenginler kötü kalpli olacak değil elbet. Ama bütün zenginler potansiyel başkan ya da vekil adayıdır. Bu net. Bütün fakirler de seçer ama seçilmez Bu da net. O zaman Cumhuriyetin kazanımlarından bahsetmemiz maalesef imkansız bir hal alır.

Bu durum, demokrasinin temel ilkesi olan eşitlik ilkesi ile doğrudan çelişir. Demokrasi, teoride her bireyin eşit haklara sahip olduğu, herkesin yönetimde söz sahibi olabileceği bir sistem olarak tanımlanır. Ancak pratikte, ekonomik güç, siyasi güce dönüşebilmekte ve bu da seçilme hakkının sadece belirli bir kesime ait olmasına yol açmaktadır. Bu, demokrasinin temel prensiplerinden biri olan "herkes için eşitlik" ilkesinin ihlal edilmesi anlamına gelir.

Üstelik, ekonomik gücün siyasi güce dönüşmesi, siyasi arenada çeşitliliğin azalmasına ve dolayısıyla demokrasinin kalitesinin düşmesine sebep olmaktadır. Çünkü ekonomik olarak güçlü olanların siyasete girmesi daha kolay olduğunda, çeşitli sosyal ve ekonomik kesimlerden insanların temsil edilmesi zorlaşır. Bu durum, toplumun farklı kesimlerinin ihtiyaç ve taleplerinin göz ardı edilmesine yol açabilir.

Demokratik sistemlerin bu temel sorunu çözmesi gerekmektedir. Çözüm, siyasi kampanyaların finansmanında şeffaflığın artırılması, kampanya harcamaları üzerindeki sınırlamaların güçlendirilmesi ve devletin adil bir şekilde kampanya finansmanına katkıda bulunması gibi adımları içerebilir. Ayrıca, toplumun farklı kesimlerinden gelen adayların seçim süreçlerine katılımını teşvik edecek mekanizmaların oluşturulması da önemlidir.

Sonuç olarak, "Seç ama Seçilme" paradoksunu aşmak, demokrasinin temel prensiplerine gerçekten bağlı kalınmasını gerektirir. Bu, sadece seçmenlerin değil, aynı zamanda siyasi partilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve devletin de sorumluluğundadır. Demokrasinin gerçek anlamda işlevsel olabilmesi için, her bireyin siyasete katılma şansının eşit olması sağlanmalıdır. Bu, demokrasinin sadece bir ideal olmaktan çıkıp, herkes için yaşayan bir gerçeklik haline gelebilmesi için elzemdir.

Uzun lafın kısası: Hani duvarlarda yazar ya “Fakirin yüzü gülür mü?” gülmez. Ama güldürmeyen de yine fakirdir. Çünkü hiçbir fakir, kendisini bir fakirin yönetmesini istemez. Maalesef bu da bizim handikabımız.  

Kalın sağlıcakla.