Ekonomik göstergeler Türkiye'nin aleyhine ilerledikçe, bazı çevrelerin ağzının suyu akıp timsah gözyaşları dökerken, bazıları kahrolurken, kimileri mutsuzluğa kapılırken, hala umudu koruyanlar da var. Ancak değişmeyen bir gerçek var ki; iyi değiliz. Ekonomi derin bir krizin eşiğinde, belki de çoktan içine düşmüş durumda. Üretim durma aşamasında, fabrikaların bacaları tütmüyor, tarlalar ekilmiyor, esnaf kepenk kapatıyor. Kangren olmuş yaralara, yara bandı artık kâr etmiyor. Beceriksiz bürokratlar, koltuk sevdasındaki mebuslar, yağdanlık olmuş kalemler, kaygılı danışmanlar bir köşede olanı biteni, olan bitene isyan edenlere yükleme derdindeler. Derinden. Sessizce. Beklentiyle. Korkuyla.

Ekonomi nedir ne değildir, fazlasına aklım ermez. 6-9 aylık bilançolar, enflasyon beklenti planları, kalkınma programları, hedefler, kişi başına düşen milli gelir, yıllık büyüme oranları, 5 yıllık kalkınma planları, dolar-euro paritesi, nominal değer, minimal değer, altın borsası, gecelik faiz oranları, uluslararası para politikaları, Dow Jones, Tokyo, İstanbul Borsaları... Uzayıp giden mikro ve makro terimler, grafikler, istatistikler. Umurumda değil. Sizin olsun. Bol kazanın.

Benim ekonomik değerlerim, Hacı Mehmet emminin ineklerine saman alamadığı, Ökkeş dayının tarlasını sürecek mazotu veresiye yazdırdığı, Nuriye teyzenin anasından kalan altınları bozdurduğu, Kirve Ali'nin dükkanı devren satılığa çıkardığı, emekli Hayri abinin işten çıkarıldığı, kuzen Hakan'ın bilmem hangi ucuz marketin kapısında, bir saat içinde bitecek indirimli eti beklediği hikayelerden oluşur. Benim ekonomim budur. Sokaktaki insanın, tenceresinde kaynamayan aşın, cebinde olmayan paranın ekonomisi.

Mesleğim gereği ve biraz da meraktan, yolda rastlayıp laf olsun diye söze başlarken sorduğum "İşler nasıl?" sualine cevap veren amcalar, teyzeler var. Son zamanlarda birçoğundan aldığım cevaplar olumsuz. Adını bilmediğimiz, anlayamadığımız bir ekonomik modelin neden olduğu sıkıntılardan dem vuruyorlar. "Dış güçlerin oyunu" diyen de var, "FETÖ'nün tezgahı" diyen de, "Hata ettiler oğlum" diye iç çeken de, "Bize bir şey olmaz" diyerek kendini teselli eden de.

Ancak soruların hepsinin sonunda bir kelime ile vedalaştığımız kesin. Olumlu ya da olumsuz olsa da konuşma hep aynı kelime ile bitiyor. İşte o kelime, belki de günümüz ekonomik modelinin adı olacak. Bakalım... "Hayırlısı".

Yeni ekonomik modelimizin adı sokakta belli olmuş: "Hayırlısı Modeli".

Aslında bu kelime, milletimizin bin yıllık kaderciliğinin, tevekkülünün bir yansıması. İyi günde de kötü günde de dilimizden düşmeyen, bizi hayata bağlayan, umut etmeye devam etmemizi sağlayan bir ifade. Ama bu sefer farklı. Çünkü bu "Hayırlısı", bir çaresizliğin, bir bıkkınlığın, bir kabullenişin tezahürü gibi duruyor.

Ekonomi çarkları durdukça, işsizlik arttıkça, alım gücü düştükçe, insanlar geçim derdine düştükçe, "Hayırlısı" demek yetmiyor artık. Evine ekmek götüremeyen babaların, çocuklarına harçlık veremeyen annelerin, gelecek kaygısıyla yaşayan gençlerin sayısı her geçen gün artıyor. Üniversite mezunu gençler iş bulamıyor, bulsalar da asgari ücrete talim ediyor. Emekliler, emekli maaşıyla ay sonunu getiremiyor.

Sokakta, pazarda, otobüste, her yerde aynı hikayeler. İnsanlar mutsuz, insanlar kaygılı. Her gün yeni bir zam haberiyle uyanıyoruz. Elektrik faturaları, doğalgaz faturaları, kira fiyatları almış başını gidiyor. Ama maaşlar yerinde sayıyor, hatta eriyor. Enflasyon canavarı, cebimizdeki üç kuruşu da alıp götürüyor.

Ekonomi uzmanları televizyonlarda, gazetelerde ahkâm kesiyor. Kimi pembe tablolar çiziyor, kimi felaket tellallığı yapıyor. Ama ne fark eder? Sokaktaki insanın derdi, gerçekler ortada. Marketlerde temel gıda ürünlerine erişim zorlaşmış, et lüks haline gelmiş, meyve-sebze fiyatları cep yakıyor.

Bu ortamda "Hayırlısı" demek, bir avuntu mu, bir protesto mu, yoksa kaderine razı gelmek mi? Belki hepsi birden. İnsanlar artık yorulmuş, umutları tükenmiş, çareyi tevekkülde buluyor.

Ama soruyorum, bu mudur çözüm? Hayırlısı deyip beklemek midir çare? Yoksa artık bir şeyleri değiştirme zamanı gelmedi mi? Sesimizi duyurma, sorunlarımızı dile getirme, çözüm arama vakti değil mi?

Belki de "Hayırlısı Modeli" dediğimiz şey, bizi pasifleştiren, sorunları görmezden gelen bir anlayışın sonucudur. Belki de bu modeli değiştirmek, yerine daha aktif, daha bilinçli, daha sorgulayıcı bir tutum getirmek gerekiyor.

Ekonomik sorunlar elbette bir günde çözülmez. Ama en azından doğru teşhisler konulmalı, gerçekler saklanmamalı, şeffaf olunmalı. İnsanların güvenini yeniden kazanmak için samimi adımlar atılmalı.

"Hayırlısı" diyerek beklemek yerine, hep birlikte çaba göstermeliyiz. Yetkililer sorumluluk almalı, halkın sesine kulak vermeli. Bizler de bilinçli bireyler olarak haklarımızı, sorumluluklarımızı bilmeliyiz.

Belki o zaman, "Hayırlısı Modeli" yerine, "Umudun ve Çalışmanın Modeli"ni benimseriz. Belki o zaman ekonomimiz de, hayatımız da daha iyiye gider.

Ama şimdilik, sokaklarda, evlerde, işyerlerinde aynı kelime yankılanmaya devam ediyor: "Hayırlısı".,,

Belki de bu kelime, içinde bulunduğumuz durumun en net özeti. İyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla, elimizden geleni yapıp gerisini kadere bırakmak. Ama unutmamalıyız ki, kaderimizi de biz belirleriz. Çaba göstermeden, mücadele etmeden, sadece "Hayırlısı" demek yetmez.

Gelin, "Hayırlısı Modeli"ni değiştirelim. Umutla, çalışmayla, birlikle yeni bir model kuralım. Geleceğimizi şekillendirelim. Çocuklarımıza daha iyi bir ülke, daha iyi bir gelecek bırakalım.

"Hayırlısı" deyip geçmek yerine, "Elimizden geleni yaptık, gerisi takdir-i ilahi" diyebilelim.