Herkesin çocukluğu unutulmaz anılarla doludur. Hele de bu çocukluk sürecinde sanatın bir dalı ile öyle ya da böyle haşır neşir olduysa. Benim çocukluğum güzel geçti sayılır. Tek maaşlı bir öğretmenin köylerde verdiği yaşam savaşının bir mahsulü olarak Çukurova’nın bereketli topraklarında yetiştim. Oyunlar oynadım. Yaramazlıklar yaptım. Üzdüm, üzüldüm. Ama herkes gibi ben de çocukluğumun en değerli anılarını paha biçilmez bir elmas gibi zihnimin bir köşesine sakladım. Arada bakıyorum. Hatırlıyorum. Bazen de okuyucu ile paylaşmak için yazıyorum.

Aslen Ceyhan’ın Isırganlı köyünde uzun zaman geçirdim. Sanırım doğumumdan hemen sonrasından ilkokul dördüncü sınıfa kadar, üç numaraya kazınmış kafa ve siyah önlükle Isırganlı’da yemek yemedik ev ve çadır bırakmamışımdır. Ama en sevdiğim etkinlik hafta sonları babamın sepetli Motor bisikletine binip, iki kardeşim ve annemle Kadirli’ye gitmek olurdu. Bakmayın şimdilerde “öğretmenler, eskiden iki üç maaşa otomobil alırdı” sözlerine. Alamazdı. Yağmur çamur falan fark etmezdi. Dedeme gidilecek, hafta sonu bütün aile bir arada olacaktı. Ve o yolculukların hepsi benim için muhteşem bir uzay yolculuğu olurdu. Düşünsenize sepetin içinde 3 çocuk. Üstümüzde bizi korusun diye muşambadan bir örtü. Babam ve annemde kask. Tam “Uzay 1999” filmi. (bizim kuşak hatırlar)

Çok uzatmadan, Kadirli’de en sevdiğim etkinlik ise rahmetli dedemin “Ova Fırını"ndan sıcacık pide yemek, sonrasında soluğu “Yeni Sinema”da almak olurdu. Sanırım izlemedik film bırakmamışımdır. Cüneyt Arkın gibi kavga etmeyi, Kadir İnanır gibi sevmeyi istesek de, genelde Yadigar Ejder gibi mahallede yediğimiz dayakla kalıyorduk.

Ama en önemli etkinlik Destancılar’dı. Çamlı Kahve’ye gelen destancının boynunda bir teyp, başlardı destanı söylemeye: “Anavarza’da öldürülen Gelin ağıdı” “Osmaniye’den gelen Acı Haber” “Adana’da sevdası için ölen genç” bunun gibi gazete haberlerinin kağıda ve dile dökülmüş destansı sözleri. Ağzım açık dakikalarca dinlerdim. Yarım karton kağıda yazılmış destanı seslendiren aşık ve yanındaki kişi sonrasında elli kuruşa bu destanı orada olanlara satardı. Kahve kahve, köy köy gezerlerdi. Bazen, küçüğüm diye benden para bile almak istemezlerdi. O kartonlardaki destanları biriktirmek onlara tek tek bakmak yeniden, aynı okuyan o destancı aşık gibi söylemeye çalışmak müthiş bir keyifti. Zamanla destancıların yerini kasetleri almaya başladı, zamanla da yok olup gittiler. Uzun yıllar sakladığım destan kâğıtlarım ise kim bilir nerede kayboldu?

Büyük usta Yaşar Kemal’in de, destancı olduğunu da 50 yaşından sonra okuduğum Rus asıllı Fransız şair ve romancı Alain Bosquet’in yazdığı “Yaşar Kemal Kendini Anlatıyor” kitabında öğrendim.

Çocukluğumdan kalan destancıları bir kere daha saygı ile anıyorum. Hala onların her defasında büyük bir şevkle okuduğu destanları duyar gibi oluyorum. Hala Isırganlı köyünden o minnacık sepetli motosiklet ile gittiğim yağmurlu Kadirli yollarını özlüyorum.

#Destancılar