Dün, kendime ödül zamanıydı ve şehrin meşhur kuru yemiş dükkanlarından birine girdim. Kendimden oldukça emin bir şekilde yarım kilo lüks karışık kuru yemiş istedim. Kasada duran genç delikanlı beni hemen tanıdı ve "Kilogramı 380 lira, Mustafa Abi" dedi. O gözler, sanki "380 lira değerinde kuru yemiş mi alacaksın?" der gibi baktı. Ben de, dilimin ucundaki "380 lira kuru yemiş mi olur?" cümlesini yutmak zorunda kaldım. Sonunda, "O zaman 250 gram ver" diyerek, konuyu kapattım.
Tam çıkacakken genç delikanlının kahve teklifi geldi. Anadolu'da kahve daveti, derin muhabbetin başlangıcıdır. Bunu herkes bilir. "Mevzu derin" diye düşündüm, fakat günlük 5 fincanlık kahve limitimi çoktan aşmıştım. Sohbetimiz fakirlik üzerineydi. Şehrin deprem sonrası yaşadığı sıkıntıları da konuştuk. Sonra o cümle geldi! Delikanlı, "Abi, bu fındık, kaju ve Antep fıstığının büyüyene kadar tadına bakamayacak o kadar çok çocuk var ki..." dedi. Bu sözler, beni fayans zemine çevilemeye yetti. Öylece dondum kaldım. “Benim çocuğum az sonra bu aldıklarımın tadına bakacak ama ya diğer çocuklar?” İçimde bir şeyler kıpırdadı. "Düşünce suçundan 12 ay hapis cezam var. Beni fazla düşündürme" deyip kapıdan hızla çıktım. Gece bu konuştuklarımı kağıda dökmek istesem de sabahı bekledim. Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey vardı “Öfkeli iken sakın yazma” sabahı beklemeye karar verdim. Ve bu sabah klavyeden bu yazdıklarım döküldü.
Artık durumu iyi olmayan ailelere ziyaretlerimde artık lüks karışık çerez hediye etmeye karar verdim. Bu karar, belki de bu yüksek fiyatlı kuru yemişlerin, çocukların hayallerindeki o özel lezzeti temsil ettiğinin bir göstergesi. Bir buçuk kilo etin parasına yarısı kabuk olan Antep fıstığı alınır mı? Bu sorunun cevabını, belki de o çocuklar verebilir. Ancak benim için artık mesele sadece kuru yemiş değil, aynı zamanda insanlık meselesi.