Bugün farklı bir pencereden bakalım olana bitene. Bir yazar, çağımızın en temel ahlaki ikilemlerinden birini yeniden gündeme getiriyor:
İyilik, kötülük karşısında bir enayilik midir? Ona göre, insanlık tarihinin başından bu yana kötülüğün yayılmasının en büyük sorumlusu, iyilik yapan insanlardır. Peki, eğer dünya sadece kötülerden oluşsaydı, gerçekten suç ve adaletsizlik ortadan kalkar mıydı? Yazar, bu sorunun cevabını net bir şekilde veriyor: Evet, kalkardı.
Yazarın iddiasına göre, kötülük karşısında iyilik yapmak, aslında kötülüğün güç kazanmasına izin vermekten başka bir şey değildir. Kötü insanlar, iyilikle karşılaştıklarında bunu zayıflık olarak görürler. Bu yüzden iyilik yapmak, kötülüğü daha da cesaretlendirir ve yaygınlaştırır. Kötü niyetli bireyler, iyilikle karşılaştıklarında daha fazla sınırları zorlar, çünkü karşılarında dirayetli bir duruş göremezler. Oysa kötülüğe kötülükle karşılık verildiğinde, bu tür insanlar geri adım atar, çünkü kendi yöntemleriyle karşı karşıya kaldıklarında, tıpkı kendileri gibi olan bir düşmanla başa çıkmanın ne kadar zor olduğunu bilirler.
Yazar, kötülüğün insan doğasının bir parçası olduğunu, dolayısıyla iyiliğin aslında bu doğaya aykırı bir müdahale olduğunu savunuyor. Ona göre, eğer herkes kötülük yapmaya teşvik edilseydi, insanların sınırları daha net çizilmiş olurdu. Kimse, bir başkasına kötülük yapmayı göze alamazdı, çünkü kötülüğe kötülükle karşılık verileceğini bilirlerdi. Hırsızlık, cinayet, dolandırıcılık gibi suçlar ortadan kalkardı, çünkü herkes, yaptıkları kötülüğün karşılığını alacağını bilirdi. Bu, yazarın deyişiyle, "adil bir kötülük dengesi" oluştururdu.
Bu bakış açısına göre, iyilik yapmak, aslında sadece bireysel değil, toplumsal olarak da bir enayiliktir. Çünkü iyilik, kötülerin elini güçlendiren bir zayıflık işaretidir. Kötü insanlar, iyilerin bu zayıflığını kullanarak daha fazla kötülük yapma fırsatı bulur. Oysa kötülüğün hüküm sürdüğü bir dünyada, herkes kötülüğe karşılık aynı sertlikte tepki verirdi. Böyle bir düzenin, hem bireyler arası ilişkileri düzenleyeceği hem de toplumsal barışı sağlayacağı düşünülüyor. Çünkü kötülük karşısında kötülük görmek, kişiyi bir sonraki adımını düşünmeye zorlar. Kötü niyetle hareket eden bir kişi, yaptıklarının aynısıyla karşılaştığında kendini sorgulamaya başlar ve belki de bir daha bu tür bir eyleme kalkışmaz.
Yazar, hukukun da bu bakış açısına göre yeniden şekillendirilmesi gerektiğini savunuyor. Bugün, hukuk genellikle iyilik temelli adalet ilkelerine dayanır. Suç işleyen kişilere, iyileştirici cezalar verilir; adaletin temelinde iyilik ve merhamet vardır. Ancak bu sistem, yazarın bakış açısına göre, kötülüğü teşvik etmektedir. Çünkü suç işleyen insanlar, karşılarında sert bir tepkiyle karşılaşmadıklarında, bu durumu avantaja çevirirler. Yazar, hukukun kötülük temelli bir adalet anlayışıyla yapılandırılmasını öneriyor. Kötülüğe kötülükle karşılık veren bir adalet sistemi, suçların önüne geçebilir ve toplumsal düzeni daha güçlü bir şekilde koruyabilir.
Yazar, kötülüğün caydırıcı bir güç olduğunu ve insanları disipline ettiğini savunuyor. Bu anlamda kötülük, sadece bir tehdit değil, aynı zamanda bir düzen sağlayıcıdır. Kötülük, insanların sınırsız arzularını ve bencil isteklerini kontrol altına alır. Eğer herkes kötülüğe kötülükle karşılık vereceğini bilirse, kendi hareketlerini kontrol eder ve daha dikkatli olur. İyilik, insanları serbest bırakır ve kurallara daha az riayet etmelerine neden olabilir. Kötülük ise bu serbestliği sınırlar ve bireyleri daha disiplinli hale getirir.
Örneğin, bir hırsız düşünün. Bu kişi, yakalandığında karşısında merhametli bir ceza sistemi bulursa, tekrar suç işleme eğiliminde olabilir. Ancak aynı hırsız, bir başkasının evine girdiğinde, orada kendisi gibi bir hırsızla ya da daha kötü bir tepkiyle karşılaşacağını bilse, belki de hiç hırsızlık yapmaya cesaret edemezdi. Bu, yazarın kötülüğe övgüsünün bir yansımasıdır. Kötülüğe kötülükle karşılık vermek, bireylerin suç işlemeden önce iki kez düşünmesine neden olur.
Yazar, tüm insanların kötü olduğu bir dünyada, bu tür suçların, ihlallerin ve adaletsizliklerin ortadan kalkacağını iddia ediyor. Kötülük, toplumun düzenini sağlamak için bir araç olarak kullanılabilir. Bu yaklaşım, geleneksel ahlaki değerlere aykırı gelebilir, ancak yazar, kötülüğün gücünün küçümsenmemesi gerektiğini vurguluyor. Ona göre, kötülük, insanları dengeleyen ve düzeni sağlayan bir unsurdur. İyilik ise, çoğu zaman bu düzeni bozmakta, insanları daha zayıf ve korunmasız hale getirmektedir.
Yukarıda yazılan , kötülüğe karşılık kötülüğü öven “Bir yazar” ben oluyorum. Benim düşünceme göre, iyilik, kötülük karşısında enayiliktir. İyilik, kötülüğün daha fazla yer bulmasına ve yayılmasına zemin hazırlayan bir zayıflıktır. Kötülük ise caydırıcı, düzen sağlayıcı ve toplumsal barışı koruyan bir güç olarak değerlendirilmeli, hukuk sisteminin de bu temel üzerine inşa edilmesi gerekmektedir. Dünya, kötülük temelli bir adalet sistemine ihtiyaç duymaktadır ve ancak bu şekilde daha yaşanılır bir yer haline gelebilir.
Belki de adalet çok daha kötü olmalı ki, kötüler kötülük yapacak zemini bulamamalı. Dünya iyilerin yüzü suyu hürmetine dönüyor ise, kötülerin bu dünyada ne işi var? İyilerin döndürdüğü dünyada sadece iyilerin olması gerekmiyor mu? Kötüler iyilerin sırtında yaşayan asalaklar değiller mi?
Kahrolsun tüm kötüler. Kahrolsun iyi insan görünümlü şeytansı canlılar…