Dün bir kafeye gittim. Malum, gündem yoğun. Eş dost çağırıyor. Oturup bildiklerimizi anlatıyoruz ya da dostların bildiklerini dinliyoruz. Malum, mesleğim gazetecilik olunca, bunlar bonus oluyor!

Dedim ya, meslekten dolayı sanırım, gittiğim her yeri önce haberci gözüyle şöyle bir süzüyorum. Ne var ne yok? Kim kimle oturuyor? Kim aşkı ilan etme peşinde, kim aşkı bulma derdinde. Her kafe ayrı bir dünya tadında. Her milletten insanların toplanıp fosur fosur sigara içtiği yerler. Artık eskisi gibi duman avcıları da kol gezmiyor. Mümkünse gezmesinlerde. Fukaranın elinde kalmış sarma tütünü onu da almayın yahu.

Onu başkan yaptık, bunu görevden aldık, şuna ömür biçtik derken garson kızımız geldi. "Ne içersiniz?" sorusunun ardından, fakirin göz bebeği olan çayları söyledik. Ortaya bir dilim pasta eklemeyi unutmadık. Muhabbet iyice koyulaşıp, tam Ak Parti'nin il başkanını ilan edecekken: Şangırt! diye bir ses. Bardaklar tepside, içindeki çay kucağımızda. "Önemli değil, önemli değil" diye her birimizden sesler çıkmaya başladı, bir yandan çayın acısına katlanıp diğer yandan pantolonda oluşacak lekenin nasıl çıkarılacağını saniyeler içinde düşünürken, çayı döken garson kızımızın öylece bakıp ses etmediğini gördüm. Hani insan "çok özür dilerim" tarzı bir cümle bekler. Neticede iki kişinin pantolonu nakavt olmuş durumda. Çaresizlik zirvede. Bütün kafenin gözleri üzerimizde. Yani sıfır ile çarpılmış durumdayız. Kızımız öylece bakıp ardına bakmadan gitti. Bu defa biz donup kaldık. Bari peçeteyle masayı silelim dedik ama masada peçetenin miktarı, Türkiye’de basın özgürlüğü miktararı kadar. Yani yok!

Ak PartiOsmaniye’ye il başkanını belirledikten sonra konuya döndük. “Ya bu kız bizden neden özür dilemedi?” soru bu. Belki de sorun! Hepimizden ayrı değerlendirmeler çıktı. Kimi ekonomik şartların zorluğunun yansımasından bahsetti. Kimi ailevi sıkıntılardan, kimi "sevgilisinden ayrılmıştır, ondan böyle soğuk davrandı" dedi. Konuyu muhatabına soralım dedik ama ne kadar el kol sallasak da oralı olmadı. Sonrasında garsonların şefi olduğunu düşündüğüm başka bir kız geldi. Tam soracağız derken "Hesabı ödediniz mi?" dedi. Bir kez daha dumur halde önce sorumuzu, ardından çayımızın dibinde kalan son fırtını yutup mekandan ayrıldık. Elbette hesabı da ödedik."

"Peki, bu olayı neden anlattım? İşte, modern zamanların en büyük çelişkisi burada yatıyor. İşyeri sahipleri personel bulamamaktan yakınırken, çalışanlar da düşük maaşlardan şikayet ediyor. Ama asıl mesele, o çayların neden üzerimize döküldüğü. Bu, belki de sorulması gereken soru. Acaba garson kızımız, düşük maaşın getirdiği içsel çatışmayla mı bizi hedef aldı, yoksa bu, sadece talihsiz bir kaza mıydı? Belki de o an, dünya üzerindeki tüm ekonomik dengesizlikler, sosyal adaletsizlikler ve insanların iç dünyalarındaki karmaşa, o çay bardaklarında toplanmış ve bizim üzerimize boşalmıştı. Kim bilir? Belki de bu, ilahi bir adaletin tecellisiydi: Öyle ya Ak Parti dedikodusu yapıyorduk. Sonuçta, biz orada sadece çay içmek ve biraz dedikodu yapmak istemiştik. Ama hayat, bize pantolonlarımızda leke çıkarmanın yanı sıra, düşünmemiz gereken daha derin meseleler sundu. Evet, bu olay hâlâ kafamı kurcalıyor. Belki de asıl soru şu: Bu dünyada gerçekten neyi kontrol edebiliyoruz ki?"