Fetih, Arapça bir kelimedir. Gayrimüslimlere ait bir kalenin, kentin veya ülkenin Müslümanların eline geçmesi demektir. Tefsir bilginleri Kur'an-ı Kerim'deki Fetih suresinin Mekke'nin fethini ifade ettiğini belirtilmiştir.
Fetih kelimesi Türk kültüründe bir kavram haline gelmiş, fetih yapanlara fatih denmiştir. Türk tarihinin en büyük fatih unvanı İstanbul'u fetheden Sultan 2. Mehmet'e verilmiştir.
Türk kültüründe fetih, sadece cengâverliğin ve kahramanlığın değil gönüllere girmenin ifadesi olarak ta kabul edilmiştir. Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi (1093-1166) dergâhında yetişenler Anadolu topraklarına gönderilmiştir. Onlara alperen denmiştir. Alplik yiğitliklerini, erenlik manevi özelliklerini ifade etmiştir.
Prof. Dr. Faruk Sümer, Çukurova'nın İslamlaşmasının ve Türkleşmesinin yaşandığı 16.yy'a kadarki süreyi “Çukurova Bölgesinin Fethi” başlığı ile de ifade etmiş ve demiştir ki; “Görüldüğü üzere Kilikya, Memlukler ile Türkmenlerin müşterek faaliyetleri neticesinde fethedildi.”(Prof. Dr. Faruk Sümer, “Çukurova Tarihine Dair Araştırmalar” makalesi, Tarih Araştırmaları dergisi, DTCF Yy. Ank.1983. S.19)
Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu da aynı ifadeyi tekrar etmiştir; "Çukurova'nın fethi Emevi Halifesi Abdülmelik döneminde olmuş, Türk-İslam toplulukları tarafından iskâna açılması Abbasiler zamanında Harunürreşit döneminde Horasanlı kumandan Ebu Süleyman El-Türk tarafından gerçekleştirilmiştir"(Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, İslam Ansiklopedisi, Adana Maddesi, TDV yay. İst- 1988)
Yöremizdeki çocuk oyunlarından “kale yıkma” oyunu, ecdadımızın Anadolu'ya kaleleri fethederek gelişinin ifadesidir.
Osmaniye tarihinin İslamlaşma ve Türkleşme süreci de metodolojik olarak “fetih devri,” kabul edilmiştir.
Osmaniye kaleleri fetih sürecinde pek acı ve tatlı hatıralara tanıklık etmiştir.
Çukurova'nın fethi Abbasiler devrinde gerçekleşmiştir. Abbasi Hükümdarı Harun Reşîd (786-809), oğulları Emin (809-813), Me'mûn 813-833) ve Mu'tasım (833-842) zamanında Çukurova tamamen Müslüman Türk ülkesi haline gelmiştir.
Bilindiği gibi ordularını Türklerle destekleyen Abbasiler onlar için Bağdat yakınında Samarra şehrini kurmuştur. Ayrıca Tarsus'tan Malatya'ya kadar uzanan Abbasi-Bizans sınırı boyunca kaleler inşa edilmiş veya eski kaleler tamir edilmiş, “Sugûr” denilen Uçbeylikleri haline getirilen ve Avâsım sistemi tesis edilen bu kalelere Horasan Türkleri iskân edilmiştir. Malatya'da Battal Gazi, Hasan Gazi, Hüseyin gazi, Çukurova'da Ebu Süleyman El-Farac, nam-ı diğer El-Türkî meşhur uç beylerindendir.
“Araplarla karışarak ahlakları bozulmasın diye 836 senesinde Türkler için kurduğu Bağdat'ın 100 kilometre kuzeyindeki Samarra şehrine hükümet merkezini taşıtan Mu'tasım'ın bu alakası dolayısıyladır ki onun halifeliği zamanında Şam ucuna kadar kütleler halinde Türkistan'dan göçler vuku bulduğunu görüyoruz. Bu suretle Çukurova 9.yy'ın ortasında da Türkistanlılara ikinci bir ana vatan oluyor.”(Kasım Ener, Tarih Boyunca Adana Ovasına Bir Bakış, 8. Baskı, Adana-1990)
Ebu Süleyman El-Farac 788'de Tarsus'u, 797'de Anavarza'yı, 800'de Haruniye Kalesi'ni inşa ettirmiş ve Horasan'dan getirdiği 3.000 Türk savaşçıyı bu kalelere yerleştirmiştir.
"Bu münasebetle şu hususu da tekrarlamak bir kadirşinaslık olur ki Çukurova bu muazzam kalkınmayı Yahya Oğlu Cebrail ve Ebu Süleyman El-Farac gibi Türk Uç beylerine borçludur."(Kasım Ener, age)
İlahiyatçı Prof Dr. Ali Osman Ateş'e göre, hicretin ilk dört asrında Adana'da 12, Misis'te 56, Tarsus'ta 29 Hadis âliminin yaşadığı, bu âlimlerin rivayet ettiği hadislerin, en güvenilir hadis kitapları olan Kütüb-ü Sitte'ye girdiği tesbit edilmiştir. (Prof. Dr. Ali Osman Ateş, İlk Dört Asırda Adana ve Çevresinde Hadis, Ceyhun'dan Ceyhan'a Sempozyumu, Ceyhan Belediyesi yy. Adana-2008)
Çukurova'nın İslamlaşması üzerine büyük bir orduyla gelen Bizans İmparatoru Nikeforos Fokas, 964 yılında Müslümanların tamamını katletmiş, camileri tahrip etmiştir.
Hazreti İsa'nın havarilerinden St. Pavlos'un yaşadığı Tarsus'u kutsal şehir kabul eden Nicepherus Phocas, Tarsus'ta topladığı Hıristiyanlara sormuştur: “Ey Roma halkı! Ben şu an neredeyim?”Halk “Tarsus'ta” diye cevap verince Fokas şöyle demiştir; “Hayır! Ben Kudüs'ün minberi üzerindeyim. Çünkü Tarsus, sizin Kudüs'e gitmenizi engelleyen şehirdir.”(Doç. Dr. İlyas Gökhan, Nevşehir Üniversitesi, Harun Reşid Ve Oğulları 786-842 Döneminde Tarsus' makalesi, yayınlanmadı)
Amerikalı araştırmacı Robert Edwards diyor ki; “El-Yakut'a göre Nicepherus Phocas idaresindeki Bizanslılar 959 yılında Suriye'ye karşı giriştikleri kampanyada Haruniye halkından 1500 Müslümanı esir almışlardır.”(Robert W. Edwards, The Fortifications of Armenian Cilicia, Dumbarton Oaks Trustees for Harvard Üniversty, Vashington D.C.1980)
Hamdani hanedanı Seyfüddevle (964-979) Çukurova'yı yeniden ele geçirmiş, 967'de Haruniye Kalesi'ni yeniden şenlendirmiştir. Onun adına izafeten Toprakkale'ye “Tell-Hamdun” ismi verilmiştir. Tel-Hamdun, hem kalenin hem de kalenin önündeki Toprakkale kasabasının ilk ismidir.
Prof. Dr. Faruk Sümer diyor ki; “ (Fransız şarkiyatçı) Claude Cahen birçok müelliflerin aksine olarak, elindeki tarihi bilgiler ve yöre hakkındaki müşahedelerine dayanarak meşhur Tell-Hamdun'un bugünkü Toprakkale'den başkası olamayacağı kanaatine varmıştı. Biz de yöreyi dolaştıktan sonra Claude Cahen'in isabetli bir hükümde bulunmuş olduğunu görmüştük.”(Prof. Dr. Faruk Sümer, agm, s25)
Devam ediyor Faruk Sümer; “Yine tahrir defterlerinde Kınık yöresinin 'Kara Tell-Hamdun' adıyla tanındığı belirtilmektedir. Buradaki karanın emin bir izahını yapmak bizce mümkün olmadı.”(Prof. Dr. Faruk Sümer, agm.s.25)
Siyah bazalt taşlardan yapılmış olmasından dolayı Toprakkale'ye “Kara Tell-Hamdun” dendiği tahmin edilmektedir.
“Çoğu Kilikya kalesinin olduğunun tersine Toprakkale'nin Ortaçağ tarihi tamamen karanlık değildir” diyen Amerikalı araştırmacı Robert W. Edwards diyor ki; “Bu yerleşmeye klasik veya geç antik dönemlerden kesin olarak verebileceğimiz bir isim yoktur. 'Hamdun' isminin bölgenin Arap dönemindeki işgali esas alınarak Hamdani beyliğinin kurucusunun isminden geldiği, belki de doğru olarak düşünülmüştür. Söylendiğine göre Harun Reşit bugünkü Haruniye kalesini 786'da yaptırdığında eski bir Yunan kalesini de siyah taşlarla yeniden yaptırmıştır. Araplar bu kaleye Kenise-tüs Savda 'Kara Kilise' ya da basitçe 'El-Kenisa' dediler.”(Robert W. Edvards, age)
1071'de Sultan Alparslan'ın Malazgirt zaferi ile Anadolu'nun kapıları Türklere açılmıştır. 1077'de İznik'te Anadolu Selçuklu Devletini kuran Türk beylerinden Kutalmış Oğlu Süleyman Şah 1084'te Kilikya'yı, Antakya'yı ve Halep'i alarak devletin sınırlarını genişletmiştir. Kutalmış Oğlu Süleyman Şah, Sultan Alparslan'ın oğlu ile yaptığı savaşta veya Fırat Nehri'nden geçerken 1086'da boğularak vefat etmiştir.
Kutalmış Oğlu Süleyman Şah zamanında Anadolu'ya “Türkiye” denmiştir.
OSMANİYE'NİN FETİH DEVRİ
İsmet İpek
Yorumlar