Gazeteci örgütlerinin etkisini sorguluyoruz: Gerçekten mesleğe katkı sağlıyorlar mı yoksa sadece göstermelik mi?
Her köşe yazımızda bol keseden yazarken kendimize zerre kadar iğne değdirmeden sürdürdüğümüz gazetecilikte bugün çuvaldız batırma günü. Yine geldi bir basın günü. 24 Temmuz 1908 tarihinde İkinci Meşrutiyet yürürlüğe girdikten sonra bu uygulamaya son verilmesi günümüzde "sansürün kaldırılması" olarak adlandırılmaktadır. O günden sonra olmasa da çok sonraları 24 Temmuz Basın Bayramı olarak kutlanır.
Bayram kelime anlamı olarak "özel olarak kutlanan gün" olarak geçer. Bir günün kutlanması demek, o günün kazanımları sonucu elde edilen hakları da beraberinde getirir. Bakalım. Hangi hakları kazanmış gazeteciler: Baktım baktım bir daha baktım "Yok". Kazanılmış bir hak yok. Hele de yerel gazeteciler için. Hele de yerel gazeteciler için. Herhangi bir eğitim zorunluluğu yok, herhangi bir belge zorunluluğu yok, herhangi bir yeterlilik durumu yok, gece yattın cevizci, sabah kalktın hop gazeteci. Gazete çıkarmana ya da internet sitesi sahibi olmana da gerek yok. Ücretsiz bir Facebook hesabı bunun için yeter de artar bile. Bunun yanı sıra her köşe başına açılan konseyler, federasyonlar, konfederasyonlar içi boşaltılmış gazeteci örgütleri olarak "yiyelim içelim kötülük olmasın" modu ile her ay bir ili gezip, o ilin belediye başkanı ve valisinin de "vay be federasyon ya da konfederasyon beni ziyaret etti" tarzı havasına ek 3-5 taraflı gazete haberinin çıkması, her haberde de aynı başlığın atılması "mesleki tatmin olarak" orta yerde duruyor. O kocaman isimleri olan ve içi boş olan sözüm ona mesleki kuruluşların başkanları her toplantı sonrası ne diyor "Gazetecilik meslek sorunlarının masaya yatırıldığı toplantıda alınan kararların meslektaşlarımıza hayırlı olmasını dileriz" Yalan. İçeriden biri olarak alınan kararları şöyle sıralayım:
1- Rakı buzlu mu içilir, buzsuz mu? 2- Bira rakıdan sonra mı içilir? Önce mi? 3- Antep Fıstığı mı? Urfa Fıstığı mı? 4- Antep Lahmacun mu? Adana Lahmacun mu?
Gibi uzayıp giden, ucunun bir yere varamadığı tartışmalar. Artık ne kadarı mesleki ise. Bu kocaman kocaman mesleki kuruluşların sayısının artmasının temel sebebi ise illerin valileri ve bir takım siyasi isimlerin gaz vermesi. Hepsi bu.
Çocukluğum boyunca gazeteci olmak istedim. Kader geç de olsa nasip etti. Eskiden bir çok hakkı olan ve aldığında bir işe yarayan basın kartları, şimdi hiçbir işe yaramayan bir kağıt parçası modunda. Eskiden araç park edebilirken şimdi onu bile park edemez hale gelmiş durumda. Ne uçak, ne otobüs, ne tren indirimleri, bunlardan vazgeçtim: Havalimanlarında araç bile park edemez hale gelen gazeteciler. Her gün haklarını kaybeden gazetecilerin tam tersi her gün artan bilmem ne gazeteciler federasyon ve konfederasyonları.
Kısacası bayram gelmiş neyime. Yok sansür kalkmışmış da, bugün de bayramıymış. Geçin bunları kocaman yalan. Sansürden ziyade oto sansür geldi. Ama dönüp bakan yok.
Şehrin idarecileri gazetecilere en ağır hakaretleri ediyor, şehirdeki gazeteci örgütleri seyrediyor. Alın size bayram. İğneden ziyade çuvaldızı kendimize batırdık. Şimdi elinde iğne ile saldıranları seyretme zamanı. Dur çekirdek alayım. Çitleyip izleriz.
Bu meslek neden her geçen gün uçurumdan düşüyor derseniz iğneyi biraz da siz kendinize batırın:
"...kabahat senin,
demeğe de dilim varmıyor ama -
kabahatın birazı da senin, canım kardeşim!..."
Nazım'ın dizeleri size ipucu versin.