Gavurdağlarını aşıp gelen aşiretlerin Çukurova'nın yeşil otlaklarına sahip olabilmek için yaptığı kanlı kavgaları sebebiyle Osmaniye'nin boğazına Kanlıgeçit denilmiştir.
Devir al vur veya vur al devridir. Devrin hayatı Dadaloğlu'nun türkülerine girmiştir.
“Kalktı göç eyledi Avşar elleri
Ağır ağır giden eller bizimdir.
Arap atlar yakın eder ırağı
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir.”
Halk şiirlerinde aynı hayat dillendirilmiştir.
“Ekin ekme eğlenirsin
Bağçe dikme bağlanırsın.
Çek deveni, sür atını
Günden güne beğlenirsin.” (Anonim)
Ahmet Cevdet Paşa diyor ki;
“Cihan nehrinin sol yakasında kışlayıp Payas sancağına merbut olan aşiretler ve ale'l husus Tecirli aşireti dahi bu halde olarak kışın Çukurova'da kışlayıp yazın Uzunyayla'ya kadar giderler ve Anadolu içlerine yayılıp hırsızlık ederler idi.” (Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir, s.130)
“Bu havalideki Türkmen aşiretlerinin en şeriri Tecirli aşireti olup işleri daima gasb ü sirkat idi. O dahi ser defter-i eşkıya olarak ber-vech-i bala Fırka-i Islahiyeye gelemeyip serseri geşt ü güzar ediyordu.” (A.Cevdet Paşa,Tezakir S.164)
Hatıralar da aynı hayatı teyit ediyor:
“Bazı vakit umum barış yaparlar, hoşça vakit geçirirlerdi. Fakat hırsızlık devam ederdi. Avşar aşiretinin bazı da Kozan aşiretinin hayvanlarını sürerlerdi. Kavga eksik olmazdı. Mustafa Paşa menine çalışır, muvaffak olamazdı. Hatta 'ne vakit olsa Çukurova at fışkısı ile dolar' tabiri ile bağırır, çağırırdı. Yani bir gün gelecek ki Osmanlı Devleti aşiretleri ıslah için çok asker sevk eder, atların fışkısı Çukurova'yı doldurur demekti.” (Fanizade Ali İlmi Efendi'nin hatıraları, İbrahim Davutluoğlu)
Aşiret kavgalarının en çok yaşandığı yer Kanlıgeçit'tir. Çünkü Gavurdağlarını aşan yolcular, kervanlar, Çukurova'ya kışlamaya gelen aşiretler buradan geçmektedir. Yüzlerce çadırı, binlerce hayvanı ile gelen aşiretlerin Çukurova otlaklarına hâkim olmak için öncelikle Kanlıgeçit'e hakim olması gerekir. Kanlı kavgalar sebebiyle Osmaniye'nin boğazı denilen bu vadiye Kanlıgeçit adı verilmiştir..
Göçebe yaşayan aşiretlerin eğitim görecek mektepleri medreseleri, namaz kılacak camileri, namaz kıldıracak hocaları olmamıştır.
Ahmet Cevdet Paşa diyor ki;
“Kozan ahalisi dahi hal-i bedavette iseler de mütedeyyin ve ehl-i ırz ademler olup içlerinde ulema ve suleha çok ve gasp ü sirkat adeti yok idi. Cihan nehrinin sağ yakasında kışlayp Kozan'a mensup olan aşiretler dahi sair göçebelere nisbetle ehven idiler. Amma Gavurdağı ahalisi zulümat-ı cehalet içinde kalıp mektepleri ve hocaları yok idi. Ale'ddevam gasb-ü sirkat ile meşgul idiler. Burada müslümanlığın ancak ismi var idi. (Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir, s.130)
“Tecirli aşiretinde cenaze namazı kıldıracak hoca olmadığından meyyitlerinin hemen fevt oldukları yerlerde defn edip çend mah sonra bir hoca bulurlar ise kabri üzerine götürüp bir cenaze namazı kıldırırlar ve iki şahit ile zevc ve zevcenin akd-i nikâhı şeran sahih olduğunu bilmeyip mutlaka akd-i nikâh için bir hoca lazımdır zannıyla zifaflarından sonra ne vakit bir hoca bulurlar ise nikâh kıydırırlar ve çok kere zevce hamile iken akd-i nikâh olur.
Şuhur-ı selase münasebetiyle içlerine bir hoca giderse birçok cenaze namazları kılar ve hayli nikâhlar kıyar. Bu vech ile eline epeyce para geçer ise de bu para ile semt- selamete çıkmak güçtür. Ekseriya yine Tecirliler anı yolda soyar. Hoca efendi bir yol bulup ta savuşabilirse ne mutlu. Hırsızlara tutulur ise kazanmış olduğu akçeden başka yanındaki Mushaf-ı şerifi dahi gasp ederler idi.”(A.Cevdet Paşa,Tezakir S.164)
Aşiretlerin hayatı kara çadırlarda geçerdi. Toplantıları Derimevi veya Şorevi denilen büyük çadırlarda yapılırdı.
Adına “Derimevi” veya “Ağa Derimevi” de denen bu çadırlar hem yabancı misafirlerin konağı, hem mahkeme salonu, hem de yarenlik evi idi.
Şor; laf, söz anlamına geldiği gibi, Arapça istişare kelimesinin de kökü bir kelimedir.
1933 yılında Adana eski Müze Müdürü olan Ali Rıza Yalkın, görev yaptığı on yıl içinde aşiretlerin obasını gezmiş, derlediği bilgileri Cenupta Türkmen Oymakları adıyla iki cilt halinde neşretmiş, Adana Etnografya Müzesi'ni de kurmuştur.
Ali Rıza Yalgın'ın Osmaniye/Zorkun-Çamçatağı yaylasında, Hasköseoğlu Ali Ağa'dan aldığı bilgiye göre; şorevi çadırının her bir direğine “Çağ” denir. Yiyeceklerin konduğu köşeye “Azalak”, yatak çuvallarının konduğu yere “Yatalak”, elbise konan yere “Giyesi Yükü” denir. Kapılık'tan girildiğinde, solda ocağın yanındaki postun üstü de “Komşu Oturağı”dır.
Ayanlık 14.yy'da halk ile devlet arasında köprü olması için halkın ileri gelenlerine görev verilmesine ilişkin bir sistemdir.
2. Viyana hezimeti ile başlayan devirde 1695'te “kayd-ı hayat” şartıyla görev verilerek yenilenen bu sistem; vergi tahsili, asayiş temini, eşkıya takibi, hac ve tüccar kervanlarının yol emniyeti, posta hizmetleri, hatta eşkıya takibi gibi görevleri başarı ile yerine getirmiştir.
“Reis-i ayan” denilen bu kişiler “halktan mazhar, kadıdan ilam, validen Buyruldu” ile seçilmişler ve sadece vali ile kadıya muhatap edilmişlerdir. Başka hiçbir amire bağlı değillerdir. (Mehmet Akif Terzi, Gavurdağı'nın Bulanık Tarihindeki Sır Perdesi, Doğu Kütüphanesi yy, İst.2010, S.18)
Ayanlar, Valilerin verdiği “Buyruldu” ile seçildiği için zamanla daha etkin olmak, daha çok para toplamak için ahaliye zulüm etmiş, Özellikle savaş zamanlarında Vezirlerin, Valilerin, Beylerbeyilerin cephede olmasını fırsat bilen Ayanlar halkı perişan etmiştir.
Kimi zaman Valiler muhtemelen ayanlarla çıkar ilişkisi sebebiyle zulümleri görmezlikten gelmiştir.
Yasalardan da güç alan Ayanlar bölgelerinde birer derebeyi/boybeyi haline gelmiştir.
Gavurdağlarının en stratejik yerlerinden, kervanların geçtiği yolların yönetimi Ayanlara verilmiştir. Payas'ta Küçükalioğulları, Bulanık Bahçe'de Fettahoğulları, Reyhanlı'da Mürseloğulları hâkim ailelerdir. Gavurdağlarındaki aşiret ileri gelenleri de zaman içinde bu güçlenen bu derebeylere tabi hale gelmiştir.
Fanizade Ali İmi Efendi hatıratında diyor ki; “Fırka-i Islahiye'den evvel Cerit ve Tecirli ve Gavurdağı ahalisi Ulaşlı, -şimdiki Cebelibereket deniliyor- bunlar Payas'ın Kürtül Karyesi'nde Küçük Ali oğlu Mıstık Paşa'ya itaat ederlerdi. Her bir teklifat ondan gelirdi.
Bu aşiretler yayladan avdetinde en güzîde atlardan iki at, güzel çullarıyla tezyin ederlerdi. Boy beyleri, ihtiyarları ve onların maiyet adamları Paşa'ya giderlerdi. Atları takdim ve birkaç gün orada kalırlar, hatt-ı hareketlerinde talimat alırlardı.
Mıstık Paşa da ala-merasimihim; büyüklere kırmızı harmana, orta halliye mavi harmana, bazılarına da kara ipek, çift tabanca ve bazılarına kumaş ve çizme hediye ederlerdi.”(Fanizade Ali İlmi Efendi'nin hatıratı, İbrahim Davutluoğlu arşivi)
Payas, tarihi İpek Yolu üzerinde önemli bir Derbenttir. Hacıların ve tüccarların güvenliği için Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa tarafından Mimar Sinan'a 1574'te yaptırılan Payas Kervansarayı ve Külliyesi bölgenin en muhteşem eseridir.
Osmanlı hac ve kervan yolu üzerinde bulunan Payas'ta Küçükalioğlu ailesi; Küçük Ali Ağa, oğlu Halil Bey, oğlu Dede ve onun oğlu Mıstık Paşa bölgenin en şerli derebeyidir.