Günümüzde mitoloji denildiğinde akla hemen 'Yunan Mitolojisi' gelmektedir. Aslında çoğu mitolojik olayların gerçekleştiği coğrafya ve sosyoloji doğuya ve doğu halkına aittir. Bu hikâyeleri incelediğimizde olayın geçtiği yerin genellikle Anadolu toprakları olduğunu görüyoruz. Mitolojiyi kaleme alan yazarların çoğunlukla Yunan olması, Yunan'la Mitoloji kavramlarının birleşmesini sağlamıştır. Türk yaratılış hikâyelerinin çok fazla ilgi görmemesinin sebebi belki de bu konuda fazla araştırma yapılmadığından kaynaklanmaktadır. Orta Asya'da yapılan Türk yaratılış efsaneleri bir hayli ilginç ve dikkat çekici olsa da yakın tarihlerde ortaya çıktığı için İslamlık, Hıristiyanlık, Budizm ve Manihaizm dinlerinin etkisinde kalarak bozulmuştur.
İran Mitolojisiyle etkileşen Türk yaratılış Mitolojisinde Tanrı Kuday gökte otururken, Şeytan Erlik ise yer altında oturur. Ama Erlik tanrı değildir. Güçlü bir şeytandır. Altay yaratılış efsanesinde Ülgen ve Erlik başlangıçta vardı. Ak Ana'nın yarat emrinden sonra Tanrı Ülgen birçok varlık yaratır. Evren'in tabakalarını oluşturmaya başlar. Ak Ana 'yarat' emrini verdikten sonra kaybolur ve bir daha kendinden bahsedilmez. Erlik bu yaratılanların bir kısmının kendine verilmesini ister ama tanrı bunu reddeder.
“Her şeyden önce su vardı. Yer, ay, gök, güneş yoktu. Tanrı (Kuday) ile Kişi vardı. İkisi su üzerinde uçuyorlardı. Kişi, yel çıkarıp suyu dalgalandırdı; Tanrı'nın yüzüne su sıçrattı. Bunu yapınca da kendisinin Tanrı'dan güçlü olduğunu sandı; suya düşüp dibe battı. Boğulmak üzereydi. “Bana yardım et!” diye bağırıp Tanrı'dan yardım istedi.
Tanrı “Yukarı çık!” dedi, o da sudan çıkıverdi. Sonra Tanrı, “Sağlam bir taş olsun!” dedi. Suyun dibinden bir taş yükseldi. Tanrı ile Kişi, taşın üzerine oturdular. Tanrı, Kişi'ye “Suya dal, suyun dibinden toprak çıkar!” diye buyruk verdi. Kişi, Tanrı'nın buyruğunu yerine getirdi. Suyun dibinden çıkardığı toprağı Tanrı'ya götürdü.
Tanrı, Kişi'nin getirdiği toprağı suyun üzerine serperken “Yer olsun!” diye buyurdu. Buyruk yerine geldi, yeryüzü yaratıldı. Tanrı, yine Kişi'ye “Suya dal, suyun dibindeki topraktan çıkar!” diye buyruk verdi. Kişi, suya daldığında, bu kez kendim için de toprak alayım diye düşündü. İki avucuna da toprak doldurdu; bir avucundakini Tanrı'dan gizlemek için ağzına attı. Dileği, Tanrı'dan gizli kendine göre bir yer yaratmaktı. Avucundaki toprağı getirip Tanrı'ya uzattı. Tanrı, toprağı suyun üzerine serpip genişlemesini buyurdu. O'nun suya serptiği toprak gibi, Kişi'nin ağzındaki toprak da büyüyüp genişlemeğe başladı. Kişi korktu; soluğu kesildi, öleyazdı. Kaçmaya başladı. Ancak, nereye kaçsa yanı başında Tanrı'yı buluyordu.
Tanrı, Kişi'ye “Ağzındaki toprağı ne için sakladın” dedi. Kişi, “Kendime yer yaratmak için saklamıştım” diye yanıt verdi. Tanrı da, “Öyleyse at ağzından ve kurtul” dedi. Kişi'nin ağzındaki toprak yere dökülürken küçük tepeler oluştu. Tanrı, “Artık sen günahlı oldun” dedi, “Bana karşı geldin. Kötülük düşündün. Bundan sonra sana uyanlar, senin gibi kötülük düşünenler senin gibi kötü kişi olacak; bana uyanlar ise iyi ve pak kişiler olacak, güneş ve aydınlık yüzü görecek. Ben, gerçek Kurbustan adını almışımdır; bundan sonra senin adın da Erlik olsun.”
Altay yaratılış mitolojisinde Ülgen ve Erlik arasında bir ilişki mevcuttur. Aynı ilişki Ülgen ile Ak Ana arasında da bulunmaktadır. Lakin bu ilişki sonucunda yer, dağlar ve tepeler yaratılmıştır.
“Dalsız budaksız bir ağaç yeşerdi. Tanrı, bu dalsız budaksız ağaçtan hoşlanmadı. “Dalları, yaprakları olmayan ağaca bakmak güzel değil. Bu ağacın dokuz dalı olsun!” dedi. Dalsız budaksız ağaç birden dokuz dallı oldu. Tanrı, “Dokuz dalın her birinin kökünden, birerden dokuz kişi türesin; bunlar dokuz ulus olsun!” dedi.
Erlik, bunlar olurken büyük bir gürültü duydu. Tanrı'ya gürültünün nedenini sordu. Tanrı, “Ben bir kağanım, sen de kendince bir kağansın. İşittiğin gürültüyü yapanlar benim ulusumdur!” dedi. Erlik, bu ulusu kendisine verilmesini istedi. Tanrı, “Olmaz!” dedi; “Sen git kendi işine bak!”. Erlik hele bir gidip şu insanları göreyim diyerek kalabalığın yanına vardı. Orada insanlardan başka yaban hayvanları, kuşlar ve daha nice yaratıklar vardı. Erlik, Tanrı bunları nasıl yarattı acaba, bunlar ne yer, ne içerler dedi.
Erlik baktı ki, insanlar ağacın yalnızca bir yanındaki yemişleri yiyorlar, diğerlerine ellerini sürmüyorlar. İnsanlara bunun nedenini sordu. İnsanlar, şu yanıtı verdiler: “Tanrı bize şu yandaki dört dalın yemişini yemeği yasakladı. Biz yalnızca Tanrı'nın izin verdiği, yemişlerden yiyoruz. Bu yanıt, Erlik'i sevindirdi. Erlik Körmös, insanlardan Törüngey denilen erkeğe yaklaştı. Ona “Tanrı size yalan söylemiş. Asıl, yasakladığı yemişlerden yemeniz gerekir. Onlar daha tatlıdır. Bir deneyin; göreceksiniz” dedi.”
İster Yunan, ister Sümer isterse Türk Altay Mitolojisi olsun tümünün yaratılış mitolojilerinde benzerlik vardır. Bu mitolojik hikâyelerde her zaman bir yaratıcı güç ve buna karşı çıkan bir kötü güç mutlaka bulunur. Zamanımıza kadar ulaşan efsanelerin geçirmiş oldukları dönemleri göz önüne aldığımızda bir birlerinden etkilenmemiş olmaları imkânsızdır.

“Yerin yer olduğunda, sular yeri sarardı,
Ne gök, ne ay, ne güneş, ne de bir dünya vardı.

Tanrı uçar dururdu, insanoğluysa tekti,
O'da uçar, uçardı, sanki Tanrıyla eşti.

Uçar, hep uçarlardı, yer yoktu konmazlardı,
Tanrı idiler çünkü, ondan yorulmazlardı.

Yoktu Tanrının hiçbir, başında düşüncesi,
İnsan oğlunun ise, durmadı hiç hilesi.”

Ayrıca bu mitolojik hikâyelerin yarattığı inanışlar veya inanışların yarattığı mitolojik hikâyelerin zamanımıza kadar dilden dile ulaşırken birçok değişim yaşaması çok doğaldır.
Yıllar önce taş tabletlere yazılı Gılgamış efsanesinde geçen olayları incelediğimizde onlarca benzerini diğer medeniyetlerin efsanelerinde de görebiliyoruz.