Misis’ten Ceyhan’a doğru giderken Sirkeli Höyüğü’nü geçtikten sonra yolun solunda Ceyhan Nehri’nin karşısındaki kayalığın üzerinde heybetli bir yapı göze çarpar.
Bizans yapısı olduğu düşünülen bu Orta Çağ kalesinin adı Yılan Kale ya da Şahmaran Kalesi’dir.Bir ara Semiramis Kalesi olarak da adlandırılan kalenin giriş kapılarından biri üzerinde yılan kabartması bulunmaktadır.
İç Anadoludan gelerek Gülek Boğazı’nı aşan yol Tarsus istikametinden Adana’ya gelir, buradan Misis üzerinden Levant’a uzanırdı. Yılardır ticari kervanların gelip geçtiği bu yolun ehemniyeti için kurulan kalelerin en önemlisi sayılan Yılan Kale’nin kimler tarafından kurulduğu bilinmiyor. Pyramos (Ceyhan) Nehri kıyısındaki bu müstehkem yapının o zamanki şartlarda Nehir üzerindeki kereste ticaretini de kontrol ettiği söylenebilir. Yılan Kale Kilikya’da ki konumu itibariyle Çukurovadaki kalelerin merkezi konumundadır. Hem nehir kıyısında olması, hem o dönemin en önemli ticaret yolu üzerinde oluşu, hem de hâkim bir mevkide olup iyi tahkim edilmiş olması Şahmeran Kalesi’ni bu kalelerin içerisinde en önemlilerinden biri yapar. Tüm Çukurova’ya hakim bir tepelik üzerindeki kayalığa inşa edilen Yılan Kale dört köşeli olup sekiz burçla tahkim edilmiştir. Kale mazgallarının bir özelliği ortalarından ateş edilmesine imkân vermesidir. Güneye bakan yönde tek bir demir kapısı olan kalenin kapısı, üsteki mazgallarla korunmaktadır.
İç Anadoludan çıkıp Gülek Boğazı- Adana- Misis- Ceyhan- Payas- Antakya yolunu kontrol eden kalelerin merkezinde yer alan Şahmeran Kalesi aynı zamanda Kıyı Ticaretini Kapadokya’ya oradan da İpek Yolu’na bağlayan yollardaki zincirleme kalelerden Tumlu- Anavarza- Kozan- kalelerinin de başlangıç noktasını teşkil eder. Yine Anavarza Kalesi’nde ikiye ayrılan Ağ Yol’un üzerindeki Hemite- Kastabala- Karatepe- Kumkale ve Kapadokya’ya kadar uzanan diğer kaleler zincirinin de başında olduğu söylenebilir.
Fransız mimar, arkeolog ve gezgin Charles Texier; İskenderiye’de hiyeneti üzerine idam edilen Ermenistan hükümdarlarından Mark Antuan’ın yerine geçen Antipetersiziis’i devirerek yönetimi eline alan Mitridat Öpatur’un Kilikya’nın Muhtelif yerlerine yetmiş kale yaptırdığı ve hazinelerini bu kalelerde sakladığını belirtmektedir. Yaptırılan bu kalelerin tıpkı Yılan Kale gibi sarp kayalıklar üzerine, uçurum ve yarlarla kesilmiş yerlerde inşa edildiğini de yazan Texier’in görüşlerine göre Yılan Kale’nin de bu kalelerden bir olduğu kanısı oluşmaktadır.
Ermeni tarihçiler, kale meydanına girişi sağlayan üçüncü kapı üzerindeki, ortada bir adam ve sağında-solunda şahlanmış iki aslan motifi bulunan rölyefteki kişinin ilk Ermeni kralı Leon olduğunu söylemekte, böylelikle kalenin Ermeni’lere ait olacağını belirtmektedirler. (İsmet İpek)
Bununla beraber kalenin şimdiki haline getirilişi Haçlılar zamanına rastlar. (Nazmi Sevgen- Anadolu Kaleleri)
Yine bir rivayete göre kalede yılan besleyip çoğaltan Şeyh Meram adında biri yaşamıştır.
Bir söylentide de Müslümanlar kaleyi zaptettiğinde buraya yılanlara tapan bir tarikatın başındaki Şeyh İmren adında birinin yerleştiğini ve bölgede çok sayıda yılan olduğundan bahsedilir.
SEMİRAMİS EFSANESİ VE ŞAH MARAN-YILAN KALE İLİŞKİSİ
Alman coğrayacı Heinrich Kiepert; Şah Maran adının Asur Kraliçesi Semiramis’ten (Sammuramat) geldiğini söyler. Yılan Kale’deki Şah Maran’ın (yılanların şahı) Babil- Asur Kraliçesi Semiramis’e benzetilmesi efsanesinin temeli tarihsel mitoloji ile ilgilidir.
Söylentiye göre Suriye’de Askalon Kenti’nin bir tanrıçası varmış. Bu tanrıça, o civarda bir gölde yaşarmış. Adı Derketo olan bu tanrıçanın üst tarafı kadına, alt tarafı da balığa benziyormuş. Aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodit bu kadın yüzlü balık tanrıçaya acır. Ona Kaystre adında birinin aşık olmasını sağlar. Sevişme sonunda bu çiftin çok güzel bir kızları olur. Bir müddet sonra Derketo bu işten utanır ve aşığı Kaystre’yi öldürür. Çocuğu sahilde bırakarak gölün derinliklerine dalıp kaybolur. Çevredeki güvercinler bu kız çocuğunu çevredeki çobanlardan çaldıkları süt ve peynirle büyütürler. Adını da ‘’güvercinlerden gelen’’ anlamında Semiramis koyarlar. Aylar yıllar geçer Semiramis büyür, serpilir, çok güzel bir genç kız olur. Kral Ninos’un müşavirlerinden Onnes adlı biri çobanları kontrol ederken Semiramis’i görür ve aşık olur. Sonra onu eş olarak alır. Semiramis’i Niniva’ya götürür. Semiramis’in iki çocuğu olur. Kral Ninos Semiramis’i görür. O da Semiramis’e aşık olur. Kocası Onnes’e Semiramis’i kendine vermesi karşılığında kızını ona vereceğini söyler.Onnes reddedince gözlerini oydurur. Onnes bu baskı ve işkenceye dayanamaz ve kendini öldürür. Engel kalkınca Kral Ninos Semiramis’le evlenir. Semiramis, kral Ninos’tan bir erkek evlat doğurur. Kral Ninos ölünce Semiramis Babil Melike’si olur. Çok muhteşem bir şehir kurar. Asma bahçeleriyle meşhur olan bu kent dillere destan olur. Dünyanın yedi hartikasından birini yaratan Semiramis, rivayete göre güvercin olur, uçar gider.
Şah Maran’la ilgili yapılan tasvirler incelenildiğinde Semiramis’in annesi Derketo’nun ilham kaynağı olduğu görüşü dile getirilmektedir. Zamanla balık motifi yılan motifine dönüşür ama baş tarafı hep kadın olarak kalır.
YILAN MOTİFİNİN SEMBOLİK ANLAMLARI
Yılan motifinin insan sosyolojisindeki anlamları çok çeşitlidir. Uğur, bereket, sağlık, yaşama gücü, mutluluk, koruyucu ruh, doğurganlık, ölümsüzlük ve yeniden canlanma, verimlilik, sonsuzluk, iyi ve kötü kader, insanı kötülüğe sürükleyen nefis, cehennem, dedikodu, ateş, kuzey, kış, gece, kara renk, kötülük, hayat bitkisi, ağaç, korku, asa gibi anlamlara gelen yılan motifinin ilk formlarına Sümer’de rastlanır.
ŞAHMERAN EFSANESİ
Yine yörede anlatılan bir efsaneye göre Misis kentinde Camısap adında bir kişi yaşarmış. Camısap ihtiyar annesiyle birlikte yaşar odunculukla da geçimini sağlarmış. Bir gün Yılan Kale’nin bulunduğu dağa odun yapmak için gitmiş. İkindiye kadar odunları kesip bir yere istif etmiş. Yorulmuş bir ağacın gölgesine oturup eline aldığı bir değnek parçasıyla yeri eşeliyor, fukaralığına lanet okuyup dinlenmeye, soluklanmaya çalışıyormuş.
Bir ara elindeki değnek bir cisme takılmış. Camısap merakla o şeyin etrafını eşelemeye başlamış. Toprağın altından bir demir kapak çıkmış. Kapağın ortasında bir kulp varmış. Zorlayarak kapağı açtığında içi bal dolu bir odayla karşılaşmış. Çok şaşıran Camısap önce ne yapacağını bilememiş. Sonra kendine gelerek Misis’in yolunu tutmuş. Balı taşıyacak kap temin edip geri dönmüş. Balı tenekelere yükleyerek kente dönmüş. Artık Misis’te odun yerine bal satmaya başlamış. Günler geçtikçe bal azalmaya başlamış. Öyle bir zaman gelmiş ki artık merdivenle inmek zorunda kalmış. Bir gün kapaktan aşağı odanın zeminine indiğinde hemen arkasında bir yılan belirmiş. Camısap korkarak odanın köşesine doğru çekilmiş. Bu arada yılanlar çoğalmaya başlamış. Yılanlar Camısap’ı odanın köşesindeki bir kapıya doğru sürerek açılan kapıdan bir dehlize girmesini sağlamışlar. Camısap önde, yılanlar arkada karanlık dehlizde bir müddet gittikten sonra bir kalenin içine çıkmışlar. Bu kale Yılan Kalesiymiş. Kalenin ortasındaki meydanda bir taht, tahta ise alt tarafı yılan üst kısmı kadın biri oturmaktaymış. Camısap korkudan ödü patlayacak hale gelmiş. Garip yaratık birden konuşmuş. ‘’Ey insanoğlu, sen kim oluyorsun da yılanlarıma ait kışlık balımızı çalıyorsun? Ben yılanların şahı Şahmaran’ım. Şimdi cevap ver bakalım’’demiş. Camısap ne diyeceğini şaşırmış özür dileyerek. ‘’Eğer serbest bırakırsanız aldığım balı fazlasıyla geri vereceğim böyle bilin’’ diye cevap vermiş. Şahmeran bunun mümkün olamayacağını belirterek. ‘’beni ilk defa gören insanoğlu sensin eğer seni serbest bırakırsam benim ölümüm senin elinden olacaktır’’demiş ve Camısap’a; ömür boyu kendine hizmet ederse hayatını bağışlayacağını söylemiş. Camısap çaresiz teklifi kabul etmiş. Böylece aradan on yıllar geçmiş. Camısap yaşlanmış. Şahmeranla da aralarında bir dostluk oluşmuş. Şahmeran hastalıklar konusunda çok bilgiliymiş. Bütün bildiklerini Camısap’a öğretmiş. Bir gün Camısap Şahmeran’ın karşısına geçip. ‘’ Ey Şahmeran, artık yaşlandım. Bir kocakarı anam vardı mutlaka ölmüştür. Şehirdeki akrabalarım beni unutmuştur. Ben yarın bir gün öleceğim. Beni şu son günlerimde serbest bırak ta anamın yanına gidip yaşıyorsa elini öpeyim, öldüyse mezarının başında bir dua edeyim’’ demiş. Şahmeran ilk karşılaştıklarında söylediği kehaneti tekrarlayarak ‘’ Camısap ben seni serbest bırakırsam benim ölümüm senden olacaktır. Çünkü benim ölümüm beni gören ilk insanoğlu tarafından olacak. Beni de gören ilk insanoğlu sensin. Seni bırakamam’’demiş. Camısap yalvarıp yakarmaya devam etmiş. Şahmeran dayanamamış. ‘’seni göndereceğim. Öleceğimi bile bile göndereceğim. Ama sana bazı bilgiler vereceğim. Şimdi iyi dinle. Eğer ben ölürsem benim vücudumu üç parçaya ayır. Kuyruk kısmım oldukça tehlikeli bir zehirdir. Gövdem ise her derde deva bir ilaçtır. Benim etimi yiyen her kim hangi hastalığa sahip olursa olsun hemen iyileşir. Baş kısmımdan dilimi yiyen kimse tüm nebatın dilinden anlar. Bunu unutma ‘’demiş ve Camısap’ı serbest bırakmış. Camısap sevinçle Misis’in yolunu tutmuş. Evlerinin olduğu yere gelince annesinin çoktan öldüğünü, evlerinin ise viran olduğunu öğrenmiş. Şehirdekiler aradan geçen bunca zamanda Camsap’ hatırlayamamışlar. Camısap’ta kendini hekim olarak tanıtmış. Adının Lokman olduğunu söylemiş. Böylelikle şahmerandan öğrendiği bilgilerle dağdan taştan bitkiler toplayıp ilaçlar yapmaya ve insanları tedavi etmeye başlamış. Kısa zamanda Lokman Hekim’in ünü çevreye dağılmış, yörenin en ünlü hekimlerinden biri olmuş.
Bu arada Tarsus Kralı’nın kızı hastalanmış. O civardaki hekimler derdine deva bulamamışlar. Kız gittikçe eriyip solmaya başlamış. Kral hekimlerin becerisizliklerine çok kızmış. Tellal çıkartarak. ‘’Her kim kızımı iyi ederse ona bir deve yükü altınla mükâfatlandıracağım, yok eğer iyi edemezse kellesini alacağım’’demiş. Böylelikle çevredeki hekimler tek tek çağrılmış ama hiç kimse kızı tedavi edememiş. Yörede yakın zamanda hekim kalmamış hepsinin kellesi vurulmuş. Kral çaresiz ve üzüntü içindeyken veziri yanına gelerek ‘kralım; Misis’te lokman hekim derler ünlü bir doktor varmış. Eğer izin verirseniz çağırtıp getirtelim. Kızınızı tedavi etsin’’demiş. Kral emir vermiş. Askerler Misis’e gidip Lokman Hekim’i alıp getirmişler. Lokman Hekim başına geleceği bildiği için korkuyormuş. Her ne kadar itiraz etse de kralın kızının başına getirilip tedavi etmesini istemişler. Lokman Hekim ancak o zaman Şahmeran’ın dediklerini anlamaya başlamış. Şahmeranın yaşadığı yeri söylese kehanet gerçekleşecek, söylemese kellesi gidecek, şaşırıp kalmış. Canı tatlı gelen Lokman Hekim; krala, eğer Şahmeranın etinden kızına yedirilirse iyi olacağını söylemiş. Şahmeran haftada bir gün Tarsus Hamamı’na gelip yıkanırmış. Kralın askerleri hamamda tertibat alıp Şahmeran’ın gelmesini beklemişler. Gelince de göbek taşının üzerinde öldürmüşler. (Günümüzde Tarsus’ta bulunan Şahmeran Hamamı’nda ki beyaz mermer taşdaki kırmızı lekeler Şahmeran’ın kanı olarak kabul edilmektedir). Lokman Hekim gözyaşları içinde Şahmeran’ı üç parçaya ayırmış. Gövdesinden bir parçayı kralın kızına yedirmiş. Kız hemen iyileşmiş. Şahmeran’ın dilini ise kendisi yemiş. Kral Lokman Hekimi ödüllendirmiş. Ama Lokman Hekim Şahmeran’ın ölümüne sebep olduğu için çok üzülmüş. Kendini dağlara atmış. Dağ, taş, dere, tepe gezmeye başlamış. Gezdiği yerlerdeki çiçekler bitkiler kendine sesleniyorlarmış. ‘’ben şu hastalığa çareyim. Beni şöyle şöyle kullanırsan şu hastalığa iyi gelirim’’ diyorlarmış. Lokman Hekim ise Şahmeran’ın ölümüne sebep olmayı bir türlü hazmedemiyormuş. Bu yüzden ölümsüzlüğün ilacını aramaya başlamış. Yine böyle bir gün dağda dolaşırken yorulmuş, uyuyakalmış. Uykusunda bir ses ‘’kalk artık uyan. Aradığın çiçek benim. Ölümsüzlüğe ilaç benim’’ diyormuş. Lokman hekim telaşla uyanmış, etrafına bakınmış. Yerde bir çiçek konuşmaktaymış. Dikkatlice dinlemiş. Kâğıt kalem çıkararak ilacın nasıl yapılacağını not almış. Ölümsüzlüğün müjdesini Misislilere vermek için aceleyle yola koyulmuş. Tam Misis köprüsünden geçerken sert bir rüzgar çıkmış ve Lokman Hekim’in elindeki kağıtları Pyramos Nehrine düşürmüş. O günden sonra çiçekler de Lokman Hekim’e küsmüş ve bir daha konuşmamışlar. Lokman Hekim ne yapacağını şaşırmış. Evine gidip kapanmış. Rüyasında bir ses ‘’Lokman Hekim sen ölümsüzlüğün ilacını buldun ama tüm evren ölümlüdür. Ölmeyecek canlı cansız hiçbir şey yoktur. Bir gün her şey yok olup gidecektir. Tanrılar senin ömrünü, ölümsüzlüğün ilacını bulduğun için yedi kartal ömrü kadar uzattı. Şimdi git Davudi Tepesi’nin başındaki kayalıktaki kartal yuvasındaki ilk yavruyu takip et. Ondan oluşacak yedinci kuşaktaki kartal yavrusu ölünce sen de öleceksin demiş.
Lokman hekim Davudi Dağı’na çıkmış kartal yuvasını bulmuş. Yuvadaki kartal yavrusunu ara ara takip etmeye başlamış. O yavru büyümüş, yaşlanmış, ölmüş. Onun yavrusu büyümüş derken yedinci kartal yavrusu da doğmuş, büyümüş, yaşlanmaya başlamış. Tabi ilk kartaldan bu yana yüzlerce sene geçmiş. ( Lokman Hekim’in beşyüz yaşından fazla yaşadığı rivayet edilmektedir.) Lokman Hekim bir gün kendinde halsizlik hissetmiş. Aklına gelmiş. Gidip son kartala bir bakayım demiş. Zorlukla dağa tırmanmış. Bir de bakmış ki, son kartal artık uçamaz bir halde yuvasında yatıyor. Hemen geri dönmüş. Artık öleceğini anlamış. Ölmeden önce bir mektup yazarak başucuna koymuş. Lokman hekim ölünce Misisliler çok üzülmüşler. Daha sonra başucundaki mektubu görüp ‘’galiba Lokman Hekim ölümsüzlüğün sırrını bulup bize bıraktı diye sevinmişler. Zarfı açtıklarında kâğıtta şu iki cümleyi görmüşler.
‘’Ayağını sıcak tut, başını serin. Uzun yaşamak istersen düşünme derin’’