"Türkiye'nin huzur iklimini bozmaya kimsenin gücü yetmez!" Ne güzel bir iklimmiş bu, küresel ısınmadan bile etkilenmiyor anlaşılan. Huzur iklimi dediğimiz şey, sanırım biz uyurken üzerimize örtülen yorganın adı. Ülke yanıyor, ekonomi buz tutmuş ama olsun, bizim huzur iklimimiz bozulmazmış.

"Birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz günlerden geçiyoruz." Evet, kesinlikle! Özellikle de seçim dönemlerinde bu ihtiyaç bir hayli artıyor. Birlik ve beraberlik sanki zamana bağlı bir ihtiyaçmış gibi, ara sıra aklımıza geliyor. Her seçim döneminde dolaptan çıkarıp giydiğimiz bir gömlek adeta.

"Bayrak inmez, vatan bölünmez, şehitler ölmez!" Tabii ki, bayrağı indiren mi var? Vatana göz diken mi var? Bu cümleleri duymaktan dilimizde tüy bitti ama birileri hala aynı nakaratı tekrarlıyor. Sanki başka bir şarkı bilmiyorlar.

"Bunlar hep dış güçlerin oyunu!" Ah evet, dış güçler... Kim bu dış güçler? Adını koyan yok ama her taşın altından onlar çıkıyor. Ekonomimiz kötüye gidiyor, çünkü dış güçler! İşsizlik artıyor, çünkü dış güçler! Evdeki süt bozulmuş, kesin yine dış güçlerin parmağı var!

Son yirmi yılın siyaset sözlüğü bu klişelerle dolu. Fabrikalar satıldı, araziler elden gitti, işletmeler yabancılara peşkeş çekildi. Her sorunun cevabı aynı: Dış güçler, vatan, millet, Sakarya! Biz de inandık tabii. Ne yapalım, inanmaktan başka çaremiz yoktu. Medya susturuldu, muhalefet ezildi, biz de oturup bu masalları dinledik.

Aslında hep korktuk, hep korkutulduk. "Ya bizdensiniz ya da onlardan!" denildi. Ortası yoktu. Kimse "Kral çıplak!" demeye cesaret edemedi. Diyenler olduysa da susturuldular, yok oldular, kayboldular. Biz de bir kurtarıcı bekledik durduk. Ama unuttuk ki, özgürlük kişinin kendi beynindeki zincirleri kırmasıyla başlar.

Ekonomimiz uçuyor dediler. Evet, uçuyor ama düşüşe geçen bir uçak gibi. Enflasyon roket gibi fırladı, paramız pul oldu ama olsun, önemli olan algı yönetimi! İşsiz sayısı artmış, gençler umutsuz, geleceğe dair bir ışık yok ama olsun, biz büyük bir ülkeyiz!

Eğitim desen, tam bir komedi. Her sene değişen sınav sistemleri, müfredatlar... Çocuklarımız kobay faresi gibi deneme tahtasına döndü. Ama olsun, yeter ki ideolojik eğitim verelim. Bilim mi? O da neymiş!

Sağlık sistemi desen, pandemiyle beraber çöktü. Hastaneler dolu, doktorlar tükenmiş ama biz sağlıkta çağ atladık! Randevu almak imkansız, ilaçlar bulunamıyor ama olsun, biz dünyanın en iyi sağlık sistemine sahibiz!

Dış politikada herkesle kavgalıyız. Komşularla aramız limoni, Avrupa'yla küsüz, Amerika'yla dargınız. Ama olsun, dünya bizi kıskanıyor! Hangi dünya bu? Mars'ta hayat bulundu da bizim mi haberimiz yok?

Her şeyin suçlusu dış güçler, içimizdeki hainler, faiz lobisi, üst akıl... Bir biz masumuz, bir biz sütten çıkmış ak kaşığız! Hiç mi aynaya bakmayız? Hiç mi "Acaba biz nerede hata yaptık?" demeyiz?

Durumumuz gerçekten trajikomik. Bizi yönetenlerin söylemleriyle gerçekler arasında uçurum var. Ama bu uçurumun kenarında biz duruyoruz, düşen biz oluyoruz. Çözüm mü? Önce gözlerimizi açmak, sonra da sesimizi yükseltmek. Korkmadan, çekinmeden "Kral çıplak!" diyebilmek.

Unutmayalım ki, özgürlük korkunun bittiği yerde başlar. Zihnimizdeki prangaları kırmanın vakti geldi de geçiyor bile. Yoksa aynı masallarla uyumaya devam eder, uyandığımızda her şey için çok geç kalmış oluruz.

Belki de asıl sorun, bizim bu masallara hala inanıyor olmamız. "Ekonomi şahlanıyor!" diyorlar, biz de atın üzerinde miyiz diye bakıyoruz. "Dünya bizi kıskanıyor!" diyorlar, acaba hangi başarılarımızı kıskanıyorlar diye düşünüyoruz. Belki de gerçekten bir başarı var, ama biz göremiyoruz!

Kral çıplak ve artık bunu görmenin zamanı geldi. Aksi halde, aynı nakaratlarla yaşamaya, aynı hataları yapmaya devam edeceğiz. Değişim istiyorsak, önce kendimizden başlamalıyız. Sorgulamalı, araştırmalı ve en önemlisi korkmamalıyız.

Gözlerimizi açalım, kulaklarımızı tıkamayalım. Çünkü gerçekler acıdır ama en azından gerçektir. Masallarla yaşamak güzeldir ama bir yere kadar.