Erdemliliğin ilk basamağıdır yalınsılık(tevazu)*. Hatta yalınsılık, erdemin ölçüsü olur. Bundan sonraki her eylem yalınsılıkla ölçülür ki işler burada sarpa sarar. Kişi ölçüsüz, yapmacık bir biçimde yalınsı davranıyorsa her işi yapmacık olacaktır. Yapma yalınsılık (sahte tevazu) günümüzün yapay ruhsal besinidir. Bu da hormonlu bir görüntü oluşturacaktır. Görülen o ki yapma yalınsılık, porselenle düzeltilmiş, florürle parlatılmış dişlerin göründüğü güleçliğe taşınmış; güzel görünmek, iyi görünmek de bu yapma gülümsemelere indirgenmiştir. Yalınsılığın göstergesi, eskilerin deyimiyle“alâmet-i fârika”sı, gülümseme ve gönülden dökülen sözcüklerdir. Bunlar yapmacıksa o zaman gözümüzü “ayinesi iştir kişinin” sözüne çeviririz.
Eski kişilerin erdem bilinci dininin buyrukları ile oluşur, çeşitliliği de buna bağlı olarak yansırdı. Her kişi kendine göre bir iyilik tutumu geliştirir, bu da onun “alâmet-i fârika”sı olurdu. Bütün bunların temelinde ise yalınsılık vardı. Göşterişsiz, içten davranışla “ayinesi iştir kişinin” dedirtecek bir tavır sergilenirdi. Buna yiğitlik de derlerdi. Atamız Karacaoğlan bu konuda der ki:
“Yiğidin eyisini nerden bileyim
Yüzü güleç, kendi yaman olmalı
Kasavet serine çöktüğü zaman
Gönlünün gamını alan olmalı”. Güleç yüz o gün için de yalınsılık belirtisidir. Yaman olmaksa yapmacıklıktan uzak, içtenlik göstergesidir. Dolayısıyla “alâmet-i fârika”sı, “ayinesi iştir kişinin” sözünü boşa çıkarmazdı.
“Gazete” medeniyetinin getirdiği yazı saltanatı ve “video” medeniyetinin getirdiği görüntü saltanatı algımızı alt üst etti. Okuduklarımız ve izlediklerimiz, birçok alanda köksüz ve yapma davranışlar göstermemize sebep oldu. Şimdi durum daha da kötüleşti. “Gazete” ve “video” karması “sosyal medya” hem yazıyla hem de görüntüyle elimizde ve avucumuzda kalan son irfan kırıntılarına saldırıyor. Mevlana gibi biz de “ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol” diyeceğiz fakat “görünen” ve “olunan” konusunda karmaşa gerçeklik algısını da kuşkulu bir duruma düşürmüştür. Hangisi yapma, hangisi gerçek konusunda korkarım ki davranışı sergileyen kişinin kendisi bile karar veremeyecektir.
İşi karmaşaya dönüştürüp işin içinden çıkmak kolay bir yoldur. Oysa yapılması gereken yolu yordamı da söyleyerek işten çekilmektir. Yalınsılığı (tevazu) tanımlayıp yeni bir sözcükle karşıladıktan sonra yalınlaşmayı önermem şaşılacak bir durum olmamalı. Her alanda yalınlık, aşırıdan ve yoksunluktan uzaklaşmak, en öncelikli tavırdır. Ödüllendirme gösterişe ve süse verilmezse, görkemlilik alkışlanmazsa, paraya pula verilen değer erdeme çevrilirse o zaman insan değerli olur, insanlık kendini bulur. Bu çağda bu olur mu? Olur, oluyor, olacak… Dijital teknoloji şeffaflığı belirginleştirdikçe herkes dürüstlüğe mecbur olacak.
Yalınsılıkla ilgili güzel örnekleri çoğaltmak gerek. Yaymak ve önermek de elbette. “Alâmet-i fârika”sı, “ayinesi iştir kişinin” sözüyle örtüşen kişiler alkışlanmalı, onların yalınsılığımodern kıssalar olarak geleceğe ışık tutmalıdır. Son sözü Mehmet Akif’e bırakalım:
“Allâha güven, sa'ye sarıl, hikmete râm ol
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol”!
*Tevazuya karşı alçakgönüllülük veya yüce gönüllülük bana göre hiç uygun bir karşılık değil. Ne gönlü alçaltmak ne de gönlü yüceltmek tevazu olabilir. Güzel Türkçemiz eklemeli bir dildir, birleşik sözcüklerle karşılık bulmak Türkçe mantığına ters bir durum. Tevazu, gösterişsiz, yalınlık gibi kavramlarla daha güzel karşılanıyor bence. O yüzden tevazua “yalınsılık”, mütevaziye ise “yalınsı” diyorum. Bu saatten sonra bu karşılık elbette tutmaz fakat ben Türkçe için doğru adımı atmış olayım, yeter.