Zamanın hızını geçtikten sonra fark ediyoruz, geçerken tıpkı dünyanın dönmesini hissetmediğimiz gibi hissetmiyoruz. Bir telaşla başladık evlilik hazırlığına. Normalde bahar düğünü olacaktı düğünümüz. Asker öğretmenlik 16 aydan 12 aya düşünce beklemeyelim dedik, bahar düğünü olmazsa güz düğünü olurdu. Hem Gıyasettin Hocamın duası vardı; “Ömrün uzun olsun, düğünün güzün” diye. Ramazan bayramı ertesinde Kasım’ın 29’una düğün olacaktı.
Davetiyeye benim bir dörtlük yazmam gerektiğini söyledi Sultan Hanım. “Olur” dedim, madem şairim diye ortalıkta dolanıyorum, öyleyse bir dörtlük yazmalıydım. Davetiyedeki dörtlüğün hikâyesi bu. Çevreci duyarlılıkla kâğıdı da geri dönüşüm kâğıtlarından seçmiştik. O vakitler, sanırım modaydı da bu koyu kahve kâğıtlar.
Salon düğünleri yoktu o vakitler. Bir Atatürk İlkokulu salonu vardı. Kınayı orada yapalım mı diye düşündük. Sonra havalar güzel diye vazgeçmiştik. Bizim düğünden sonra kayınbabamla kaynanam hacca gidecekti. Babam da mevlit isterdi, başka türlüsü olmazdı. Bize yakışanı da bu olur dedik ve mevlitte karar kıldık. Aslında bahara kalsa şiirlerle, ezgilerle; daha farklı bir içerikle düğün tasarlamıştık fakat alelacele olunca onlar tasarıda kaldı.
Perşembe günü Ramazan Bayramının üçüncü günüydü. Cuma kına, Cumartesi düğün dedik. Düğüne karar verince ev bakmaya başladık. Okullarımıza en uygun yer Rahime Hatun Mahallesiydi. Günlerce dolandık, doğru dürüst bir ev bulamadık. En sonunda “eh” diyecek mağaza üstü bir ev bulduk, keşke bulmaz olaydık. Evin sorunlarını eve girince öğrendik ki düğünden üç ay sonra, yepyeni eşyalarla ev taşımak zorunda kaldık. Taşıma şirketleri de yoktu, bulduğumuz hamallar binlerce lira verdiğimiz eşyaları duvarlara vura vura indirip çıkardılar.
Evi bulunca mobilyacıları dolaşmaya başladık. Bir markanın hem klasik hem de modern göründüğünü düşündüğümüz bir takımını aldık. Salon ve yatak odası takımına yirmi beş öğretmen maaşı ödemiştik. Beyaz eşyaları asker öğretmenken ön ödemeli almıştım. Evi bulunca alınan eşyaları taşıdık. Bir hafta önceden çeyizler dizildi.
Şimdi 20 yıl sonra, daha dün gibi gelen bu olayları yazmaya kalkınca ve “20 yıl” sözcüğünü üzerine bastıra bastıra söyleyince çok fazla zamanın geçtiğini anlıyorum. Büyük kızımız 19 yaşında. Az önce kitap fuarına uğrayıp Bestami Yazgan Hocayı gördüm. “Torunlar, çocuklar, öğrenciler güzel de insanı yaşlandırıyorlar. Büyümeseler sıkıntı yok; onlar büyüyünce biz yaşlanıyoruz” demişti gülerek. Çocuklar büyüyor, Sultan’ımla ben de yaşlanıyoruz. Nice yirmi yıllara mutluluk ve sağlıkla kavuşuruz inşallah.