Depremle insan sosyolojisinin bizim ülkemiz kadar birbiriyle örtüştüğü bir başka ülke var mıdır bilemiyorum.
Ömrümüz nesiller boyu siyasi, ekonomik, sosyolojik depremlerle geçmiş bir halkız biz.
Depremin sözlük karşılığı ” Başlangıç noktası yerin içinde, derinlerinde bulunan, yerkabuğu katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi, yanardağların püskürme durumuna geçmesi gibi doğal bir nedeni olan yerkabuğu sarsıntısı” olarak belirtilmiş.
Sosyal, siyasi depremlerde buna benzemiyor mu? Ekonomik depremler, kökü ta derinlerde yatan sorunların yaşamımıza çarpan sismik dalgaları değil mi?
Fukaralık, yoksulluk, tümünün sebebi sosyal ve siyasi yaşamın derinliklerinin katmanlarında yatıyor.
Jeolojik, siyasi, ekonomik her türlü depremin fiziksel hasar verme riski birazda coğrafya ile ilgili. Hasar riskine aynı coğrafyada yaşayan insan sosyolojisini de eklediğimizde gerçek risk rakamlarına ulaşıyoruz.
Vurdum duymazlıkla başlayıp şükürcülükle devam eden ve trajediyle biten sonu başından belli bir risk senaryosu bu.
Ekonomik koşulların konut edinmeyi kutsal bir vazife haline getirdiği bir sitemde ev sahibi olmanın da bir statü yarışına dönüşeceği aşikardır. Bu statü yarışının etapları ise gecekondu dan başlayıp rezidanslar ve malikhanelerden geçerek saraylara kadar uzanır.
Bu kutsal konut edinme yarışında karnını zor doyurabilen ve ülkenin yüzde doksanını temsil eden halkın, gecekondu sahibi olabilmek için nasıl bir efor sarf edeceği de gün gibi aşikar.
İşte depremde zarar görme riskinin nirengi noktasıda burasıdır.
Bu stratejik noktanın göreceli yüzü; sosyolojik depremlerle zaten harabeye dönmüş siyasetin içindekiler için oy deposu, ekonomik depremlerle ancak karnını doyurabilecek hale getirilmiş halk içinse, her türlü ahlaksızlığın mübah olduğu bir noktadır.
Bu stratejik nokta, ahlaksızlık, menfaat, rüşvet, yalakalık, yalancılık ve iktisap suçlarının merkezini oluştururken, enteresan bir şekilde her kesimin memnun olması dikkat çekicidir.
İmar affı çıkaran siyasi zihniyet oy kazancının memnuniyetiyle ellerini ovuştururken, hazine yeri ya da orman arazisini kapaklayan insanlarsa günün kârını kurtarmanın keyfiyle ıslık çalmaktadır.
Bu sosyolojik sorun kesinlikle akademik araştırma konusu olmalıdır. Kendisine mezar olacak gecekondusu için imar affı çıkaran, burnunun ucunu göremeyecek kadar miyop siyasetçilere gönülden bağlı olması ise cellatına aşık olmak sendromunun tezahürüdür.
İnsanlar bu hale nasıl geldi. Binlerce insan,çocuk, günahsız yavru şimdi toprak altında yatıyor .
İnsanları bile bile ölümü tercihe zorlamak nasıl bir siyasetin sonucudur?
Bu nasıl bir ölüm şeklidir?
Ünlü Fransız yazar ve düşünür Albert Camus “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın!”der.
Litaratüre “Rahmetlinin son sözleri” başlığı ile geçen araştırmanın sonuçları kelimenin tam karşılığı olarak trajikomiktir.
Bir kaç örnek verirsek:
Abi bak şimdi, ellerimi bırakıyorum.
Sen benim kim olduğumu biliyonmu?
Gel abi burası boyu geçmiyo.
Hanım, bi kibrit yak da bakalim bu ne kokusuymus?
Elektrikçiye ne gerek var canim, ben şimdi hallederim.
Kim bekler lan yeşilin yanmasını?
Evet arkadaşlar! Dikkatle izliyorsunuz. Şimdi bombanın pimini çekip 10'a kadar sayıyoruz… Bir, iki, üç, dört, beş, al…
Abi, şeytan doldurur…
Bahse girme ben bu şeyi yerim.
Korkma hanim bu saatte kapımızı kim çalacak? Tanıdık biridir…
Ben sarı ışıkta geçerim.
Bakın çocuklar, bu deney seti, kapağı açılınca güvenlik önlemi olaraktan elektriği keser.
Çavuş bu fitilin uzunluğu ne kadardı?
Bence burada mayın yok.
Bi kere yaptım, yine yaparım…
Yok, olum elektrik gelmiyor şu anda…
Kadranda 260 km/hız yazıyor ama ben bunu geçerim hoca…
Yukarıda kişilerin ölmeden önce söylediği sözlere, deprem felaketi içinde bir şeyler eklenebilir bence.
Abi burada 7-8 şiddetinde deprem olmaz ki.
Satmak için söylemiyorum, bu bina 10 şiddetinde depreme dayanır.
Abi bu bina çok sağlam. Baksana müteahhit bile burada kalıyor.
Kafamızı sokacak bir yer bulduk şükür.
Valla sudan ucuz, bundan daha hesaplı ev bulamazsın.
Garip Türkiye'm. Aslında o kadar güzelsin ki!