Adana Çimento Fabrikası'nın arkasındaki Çaldağı'na yerleşen Yüreğir Oğlu Ramazan'a Memluk Sultanı tarafından 1352 yılında Sancak Beyliği verildi.
Ceyhan ile Seyhan arasına Yüreğir Ovası denilir.
Yüreğir Türkmenleri 1360 yılında Adana'yı fethetmişlerdir.
“Adana ve Tarsus'un fethinden sonra Ermenilerin elinde baş şehir Sis, Anazarba ve dağlık yerlerdeki birkaç hisar kalmıştı. Ermeni kralı 4. Konstantin zamanında (1365-1373) Sis'in yöresi ve dolayları her biri 10.000 Türkmen kumanda eden Davut Bey ile Ebu Bekir'in hâkimiyetinde idi. Bu beyler hakkında İslam kaynaklarında herhangi bir kayda tesadüf edilemiyor. Bunlardan Davut Bey'in (isim benzerliğinden) Özer Oğlu, Ebu Bekir'in de Kınıklar'ın başı olması ihtimali hatıra gelmektedir.
Kral Konstantin ile bu Türkmen beyleri arsında bir antlaşma mevcut. Buna göre bu beyler bir vergi karşılığında gerek baş şehir Sisi, gerek ona komşu hisarlara yiyecek yolluyorlardı. 1374 yılında 4. Konstantin'in kendi tebası tarafından öldürülmesi üzerine yerine Leon de Lusignan geçirildi. Davut Bey 5. Leon'un tahta çıkışını armağanlar göndererek tebrik etmiş, kral da teşekkürde bulunmuştu. Yeni kralın tahta çıkmasından az sonra şehirdeki Latinler ile Ermeniler arasında mezhep münakaşaları tazelendi. Bu münakaşalardan müteessir olan Ermenilerden bazıları Davut Bey'i şehrin zaptına teşvik ettiler. O da Sis'i kuşattı. Kuşatma üç ay sürdü. Fakat Davut Bey, Franklar'ın ok atma makinelerinin (arbalet) ve mancınıkların tesiri ile çok zayiat verdiğinden muhasarayı kaldırdı ve kralla eski antlaşma esaslarına göre barış yaptı.
Bu sıralarda Kahire'de Baron Oşin'in Aşot adlı bir oğlu yaşıyordu. Aşot Müslüman olmuştu. Kral Leon'dan nefret eden Ermenilerden bazıları onu Sis'e gelerek iktidarı almaya teşvik ettiler. Diğer Türkmen Beyi Ebubekir, Aşot'un isteği üzerine verginin verilmediğini bahane ederek göndermekte olduğu yiyeceği kesti. Leon'un muhalifleri şehri teslim edeceklerini Müslümanlara bildirdiler.
Bunun üzerine mezkur Ebu Bekir de 15 Ocak 1375'te 15.000 kişilik bir ordu ile Sis'i kuşattı ve şehrin aşağı kısmını zapt ederek yağmaladı.” (Prof. Dr. Faruk Sümer, agm, s.19)
Çukurova'nın fethinden sonra, muhtemelen beyliğin verilmesi sebebiyle Yüreğirlerle arası açılan Kınık Türkmenlerinin çoğu Anadolu içlerine göç etmiş, bir kısmı da Osmaniye bölgesine yerleşmiştir.
Memluk devletine tabi iken Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinde Ramazanoğlu beyliği döneminde Osmanlı Devleti yönetimine girmiştir. Hatta Ramazanoğlu Mahmut Bey Ridaniye savaşında 1518'de şehit edilmiştir
Osmanlı Tahrir Defterlerinde ilk olarak 1521 yılında Dörtyol'da Özer Sancağı, Adana'da Yüreğir Sancağı, Kozan'da ve Tarsus'ta sancaklara, Osmaniye'de Kınık kazası adına rastlanmıştır.
“Çukurova bölgesi Osmanlı hâkimiyetine geçince ilk zamanlarda geleneğe uygun olarak bölgenin eski siyasi ve idari teşkilatı aynen muhafaza edilmiş, ancak başlıca idari bölgelere sancak adı verilmiştir. Bu sancaklar Adana, Sis, Özer ve Tarsus idi. Memluklar devrinde Sis ve Tarsus doğrudan doğruya merkezden gönderilen valiler tarafından idare ediliyordu. Adana ve Özer yöreleri ise iki Türkmen ailesinin (Ramazanlılar ve Özerliler) idaresinde idi. Bu ailelerden Özeroğuları hakkında kesin bilgi olmamakla birlikte Kınık kasabasına komşu olmaları münasebeti bunların da Kınık boyundan olması kuvvetle muhtemeldir.(Prof. Dr. Faruk Sümer, agm, S. 62)
1374'te Ebubekir Bey yönetimindeki 15 000 Kınıklının son Ermeni Baronu 6.Leon'un savunduğu Kozan Kalesi'ni muhasara ettiği ve bugünkü Dörtyol/Özerli'de Özeroğlu Sancağı kurduğu da kabul edilir.
Prof. Dr. Faruk Sümer diyor ki; “Osmanlı devrinde Özer ili üç sancağa üç yöreye (nahiye) ayrılıyordu. Özer ili, İskenderun ve Ersuz ili. Bu üç yöreden meydana gelen bölgenin Özeroğullarının idaresinde bulunduğundan şüphe edilmez.
Üç-Oklardan olan Özeroğullarının hangi boya mensup bulunduğu bilinemiyor. 776/1374 yılında Ermenilerin elindeki Sis'i kuşatan Türkmen beylerinden Davut'un bu aileye mensup olması ihtimali hatıra geliyor.” (Faruk Sümer, agm, s.62)
“Yukarda Çukurova'nın fethi anlatılırken 1375 yılında Sis'i kuşattığından bahsettiğimiz Türkmen Beyi Ebubekir'in bu Kınıklıkların başı olması muhtemeldir.” (Prof. Dr. Faruk Sümer, agm, s.24)
Memluk Devleti tarafından 1352'de kurulan Ramazanoğlu Beyliği 1608'e kadar Adana Sancağını başarıyla yönetmiştir.
Adana Sancağı'na bağlı 9 Nahiye tespit edilmiştir. Bunlar; Adana, Yüreğir, Kınık, Ayas, Karaisalı, Sarıçam, Dündarlı, Hacılı ve Berendi Nahiyeleridir.
Osmaniye'de kurulan Kınık şehri iki minareli gösterişli bir camiye sahiptir. Kınık Şehri'nin mahalleleri; Cami, Dursunlu, Selman, Bayramfakih ve Yunus Dede Mahallesi'dir. Çoğu yerleşik olan şehrin nüfusu 1572'de merkezde 728, köy ve mezralarda 1.504 kişi olmak üzere toplam; 2.232 kişidir. Aynı yıl Sancak Merkezi olan Adana'nın nüfusu da 3.981'dir. (Yılmaz Kurt)
Kanuni Sultan Süleyman zamanında, “kanun-u kadimden olageldiği gibi” denilerek her şehir için ayrı ayrı “yazılı kanun” haline getirilmiştir.
1521 tarihli Mufassal Defter'in mukaddimesinde “Sultan Süleyman'ın emriyle” yazıldığı ifade edilen Kanunnameler içinde; Kınık Nahiyesi Kanunnamesi de tespit edilmiştir. Bu kanunname içinde Kınık Çeltikçileri için yazılan Kanunnameye de yer verilmiştir. (Doç.Dr.Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, Fey Vakfı yy.İst.1992)
Kınık Kanunnamesine göre; buğday, arpa, kavun, karpuz vergisinden onda bir öşür, şehre kışlamak için gelen sürüden 300, koyundan bir koyun, her değirmenden yılda 120 Akçe, “Gelin Vergisi” olarak kızsa 20, kadınsa 60 akçe, kavgada kafa kırılsa 60 akçe, diğer yaralamada 30 Akçe ama kılıç yarasında 100 Akçe, şehre göç edip gelenden hane başına 12 Akçe, Pazaryeri'ne satış için getirilen gıda maddesinden yük başına 2 Akçe, Pazaryeri'nde dükkân açan tüccar ve çerçiden 2 Akçe, Pazaryeri'ne getirilen pamuktan bir deve yükü için 20 Akçe, at ve katır yükü için 10 Akçe, Kasaplardan koyun başına 2 Akçe, kasapların kestiği camız başına 20 Akçe alınır, Kınık Beyine baharda 60, güzün 120 akçe verilirdi...
İdamlıkların kefaret ile affı yerine suç işlediği yerde idam edilirdi.
60 Akçe (Gümüş Para) 1 altın (4 gr) değerinde idi.
“Der-beyan-ı Kanunname-i Nahiye-i Kınık
Kendüm ve ceviz ve çavdar ve alef ve burçak ve erzen ve künciden ve penbe ve piyaz ve kavun ve karpuz fil-cümle gallat ve hububat ve fevakih kısmı onda bir ta'şir olunagelmiştir.
Ve nahiye-i mezburede bazı reaya vardır ki Kınık Beği olan Hamza Beğ “Bunlar benim kavmimdir” deyu Halep Akçesiyle Kavm Akçesi deyu yılda yüz otuz ikişer akçe alur imiş. Altmış altı akçesin Nevruz-ı Sultani'de altmış altı akçesin dahi ilk güz ayının evvelinde alur imiş. Ve mücerred olanlardan nesne alınmaz imiş.
Ve Türkmen tarafından gelüp Kınık Nahiyesi'nde kışlayan koyunlardan Resm-i Yatak deyu her bir sürüden ki -adedi üç yüz mikdarı koyun ola bir koyun alınagelmiş. Ve sürü ekall olmak vaki olursa aded-i sürüye kıyas olunup alınur imiş.
Ve her bab asiyabdan ki- yıl tamam yürüye- Halep Akçesi ile yılda yüz yirmi akçe ve altı ay yürüyenden altmış akçe ve üç ay yürüyenden otuzar akçe alına, ziyade alınmaya.
Ve Resm-i Arus, kızdan yüz yirmi Halebî Akçe ve avret cinsinden altmışar Halebî akçe alına, ziyade alınmaya.
Ve baş yarığından altmış Halebî Akçe alına. Kara bereden otuz Halebî akçe alına, ziyade alınmaya. Ve bıçak zahminden ki -mevti icap etmeye- yüz Halebî Akçe alına.
Ve salb ve siyasete müstahak olanlardan Bedel-i Siyaset deyu akçeleri alınmayup istihkaklarına göre günah eyledikleri mahalde siyaset olunup haklarından geline. Amma bu bahane ile nesneleri alınmaya.
Bil-cümle ceraim hususları ki -vaki ola- ol babda Kanun-ı Osmanî'ye müracaat olunup tecavüz olunmaya.
Ve bazı reaya kadîm-üz zamandan Kınık iline tâbi olup haliya ahar yerlerde oturup Rüsum-ı Örfiyelerin Kınık Beği olanlara verürler imiş. Gerü ol vech üzere mukarrer olup hilaf-ı kanun iş olunmaya.
Ve hariçten evleri ile gelüp kışlayan taifeden her haneye Halep Akçesiyle yılda bir Mart ayında on ikişer Halebî akçe Resm-i Duhan deyu alına, ziyade alınmaya.
Ve taşradan Bazaryeri'ne satılmak içün deve ve at ve katır ve merkep yükleri ile pirinç ve bal ve yağ ve dakik ve arpa ve üzüm ve incir ve pekmez ve bunlardan gayrı makulat kısmından her ne gelürse Bac deyu her yükden ikişer Halebî Akçe alınur imiş. Ve bez gelüp satıldıkta her top bezden birer Halebî Akçe alınur imiş. Ve ev keçesi gelüp satıldıkta her keçeden ikişer Halebî Akçe alınur imiş. Ve yapağu gelüp satıldıkta öşür alınur imiş.
Ve etrafdan Bazaryeri'ne gelüp dükkân kuran tacirlerden ve çerçilerden her bir dükkân başına ikişer Halebî Akçe alınur imiş.
Ve kasaplar boğazlayup sattığı koyunlardan her re's koyuna ikişer Halebî Akçe alınur imiş. Ve at ve deve ve katır ve öküz satıldıkta dörder Halebî Akçe alınur imiş.
Ve Bazaryeri'ne bir yük penbe gelüp satılsa deve yükünden yirmi Halebî Akçe ve at ve katır yüklerinden onar Halebî Akçe alınur imiş. At ve deve ve katır yükleri olmayup ekall olsa bu zikr olan üslup üzere kıyas olunup mikdarına göre alınur imiş.
Ve kasaplar camus boğazlayup sattıklarında camus başına yirmi Halebî Akçe alınup ve sığır ve inak boğazlandıkta onar Halebî Akçe alınur imiş.
Nahiye-i mezburenin işbu zikrolunan kanun-ı kadimden kanunları olageldiği ecilden haliya vech-i meşruh üzere deftere sebt olundu.” (Doç.Dr. Ahmet Akgündüz)
İkinci Viyana hezimeti ile başlayan Osmanlı devletinin çöküş yıllarında Anadolu'da aşiret devri başladı. Halktan vergi ve asker toplamak, kamu düzenini yeniden sağlamak isteyen Devlet Ayan sistemini yeniden ihdas ettiyse de Ayanlık sistemi derebeyliğe meşruiyet kazandırdı.
Gavurdağlarının en stratejik yerlerine hakim olan; Payas'ta Küçükalioğulları, Bulanık Bahçe'de Fettahoğulları, Reyhanlı'da Mürseloğulları çıkardığı ayanlar çıkardı.
Aşiretlerin kışlağı olan Doğu Çukurova'da Kınık şehri köyleri ve mezralarıyla bitlikte terkedildi.
Kınık şehri terkedilse de haftada bir kurulan İsneyn Pazarı kurulmaya devam etti. Aşiretlerin “Çönkü” dediği dükkânlar ağaların elindeydi. Her bir çönkü ağaların adıyla söylenirdi.
Kınık şehri pazarının adı olan “İsneyn” adıyla bilindi.
KINIK ŞEHRİ OSMANİYE'DEDİR
Osmaniye'deki Kınık şehri hakkında Prof. Dr. Faruk Sümer bilgi verirken “Fakat hayret edilir ki bugün Çukurova'da hiç kimse Kınık kazasının yerini bilmemektedir” demektedir.
“Kınıkların oturdukları yer 19. Yüzyılın ikinci yarısına kadar kendi adları ile anılan bir kaza idi. Fakat hayret edilir ki bugün Çukurova'da hiç kimse Kınık kazasının yerini bilmemektedir. Kınık sadece yörenin değil aynı zamanda bir kale ve kasabanın da adı idi.”(Prof. Dr. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy teşkilatı-Destanları, Ana yay. İlavelerle 3. Baskı, 1980, s.370)
Yılmaz Kurt, Kınık şehrinin Toprakkale ile Ceyhan arasında olduğunu söylemektedir. “Kınık Nahiyesi Ceyhan ile Osmaniye arasında bulunmaktaydı. Kınık kasabasında 1521'de 144 vergi nüfusu yaşarken bu sayı 1525'te 425, 1547'de 284, 1572'de 182 olmuştu.
Beş mahallesi olan kasaba 17. yy'da ortaya çıkan Celali karışıklıkları esnasında dağılmış ve haritadan silinmiştir.
Kınık kasabasında bulunan Hacı Mustafa Mescidi Vakfının Karaçay üzerindeki değirmenin yarım hissesinden sağlanan 720 akçalık geliri Hacı Mustafa'nın şartı gereğince imama tahsis edilmişti.” (Yılmaz Kurt, Mehmet Akif Erdoğdu, Çukurova Tarihinin Kaynakları 1V, Adana Evkaf defteri, TTK yy. Ank.1999)
1993 yılında düzenlenen “Tarih İçinde Bütün Yönleriyle Osmaniye” sempozyumunda Kınık şehrinin yerinin Osmaniye'de olduğuna dair tespitlerimi bildirmişimdir.
1995 yılında Güneysu dergisinde yayınlanan “Evliya Çelebinin Geçtiği Eski Maraş Yolu ve Kınık Şehri” adlı makalemde Osmaniye tarihi için çok önemli olan bu şehrin merkezinin Osmaniye olduğuna dair düşüncelerimi yeni belgelerle ispat etmişimdir.
Kınık şehrinin ve İsneyn Pazarı'nın Osmaniye'de kurulduğuna dair 1671 yılında buradan geçen Evliya Çelebi'nin verdiği bilgiler, 1691 tarihli Sınırname ve Ahmet Cevdet Paşa'nın Tezakir adlı kitabı birinci derecede önemli belgelerdir.
Ünlü seyyah Evliya Çelebi 1671'de hacını da ifa için giderken Kınık şehrinden geçmiştir. Misis'ten sonra Maraş Yolu dediği yoldan gelen Seyyah 8 saat sonra Kınık Kalesine geldiğini ifade etmiştir. (İsmet İpek, Evliya Çelebinin Geçtiği Eski Maraş Yolu ve Kınık Şehri, Güneysu Dergisi, Osmaniye1996)
“Ve mezkur Gök Dağı gediği altında bir düz sahrada bir mürtefi yirde bir püştei âlâ üzre evsaf-ı Kal'ai Kınık sene tarihinde Ramazanlı Ermen padişahları elinden kabza-i teshire alub karibülahid zulüm taaddi sebebi ile halkı perişan olub kal'a hâli ve muaattal kalmıştır.
Amma hâlâ üstad mühendis destinden çıkmıştır. Ve bir bina-yı zibadır ve şekli müdevverdir. Lakin yukaru çıkub ne cürümde idüğü malûmum değildir. Anı ubur idûb yine şarka bir saat gibûb”
Seyyah Kınık kalesinden bir saat daha şarka giderken Kınık şehrine geldiğini söylemiştir;
“Evsaf-ı Kasaba-i Müzeyyin İsneyn Adana eyaletinde paşanın hassıdır subaşılıktır ve yüz elli akçe Kınıklı kazasıdır ve nahiyesi kırk sekiz pare kuradır. Kadıya senevi bir kise hasıl olur.
Bir sahra-yı azimin vasatında nev-bina bir şirin kasabadır. Haftada bir gün yirmi otuz bin Türk ve Türkmen ve çoban ve pir ve civan cem olub azim bey i şira olur ve herkes metaın füruht idüb hayr-ı azim iderler. Bu ecilden bunda hala binden mütecaviz pazar yerinde yeni dükkânlar ve müteaddit hanlar ve iki yüz yerli ve sahipleri mukim kargir dükkânlar ve iki minareli muhtasar camiler ve beş kagir bina hanı bezirganlar ve iki han dahi henüz esasın bırakmışlar itmamı müyesser olursa kal'a misal hanlar olur Türkmen eşkıyası havfinden metin hanlar vardır ve bir hamamı var.
İnşallah ü teala bu İsneyn bir şehri azim olur! Zira canib-i erbaasında il vilayet
bişümardır ve etrafında olan bağların üzümü Adana'ya ve Tarsus'a ve Kurtkulağı'na ve Payas'a gider üzümü dağı taşı tutmuştur. Kasım gününden iki ay sonra kar altından bir güne üzümü çıkar gayet meşhurdur.
Bu şehirde pazarı temaşa idüb bir gice mihman olub alessabah subaşından elimizde olan buyurdum ile yirmi altı ve on piyade yiğit alub yine şark canibine bazar içinden cereyan iden Nehr-i Karaçay Arslanlı beli tarafından gelüb Kınık Kal'ası kurbünde nehr-i Ceyhun'a mahlut olur.” (Evliya Çelebi Seyahatnamesi, İstanbul Devlet Matbaası, 1935, cilt:3, s.340)
Osmanlı Devleti 1691'de aldığı bir kararla kanunsuz hareketlerin önünü almak ve boş toprakları imara açmak için aşiretleri iskân etmek istemiştir.
Adana kadısı başkanlığında gelen heyet ile Kınık kazası eşrafından bilirkişiler Karaçay boğazında toplanmış ve 1691 tarihli sınırname ile Kınık kazasının sınırının Erzin'den Zorkun'a, Türkü'den Bahçeye devam ettiği belirtilmiştir.
Bahçe'deki Ayran diye bilinen “Ayıran” mevkii Dulkadıroğlu Sancağı ile Ramazanoğlu Sancağı'nın ayrıldığı yerdir. Yani Kınık şehrinin sınırı Ayran'a kadar gitmektedir.
“Hüve'l-muin,
İşbu bin iki yüz iki senesinde Mah-ı Cemaziyelula'nın yedinci gününde Dergâh-ı Ali Kapucubaşı'larından iftihar-ül emacid velekarım Yeğen Mehmed Ağa kulları yedi ile Adana ve Ayas maa Berendi ve Kınık ve Payas Kadılarına hitaben ferman-ı cihan-muta' varid olub mazmun-ı itaat-makrununda İfraz-ı Zülkadriyye reayası fi-ma-ba'd Türkmenlikden çıkub Ayas maa Berendi ve Kınık Kazalarında sakin olub ziraat edüb hâsıl eyledikleri mahsullerinin hums sub'a varınca öşürlerin canib-i Miri'ye eda edüb Demirkapu'dan Misis'e varınca mürur ve ubur eden ebna-i sebili kutta-ut tarik ve ehl-i fesad mazarratından hıfz u hıraset edüb muaf ve müseem olmaları,
Zikrolunan kazaların kadim hududu keşf ve tahrir olunub vukuu üzere arz ve ilam olunmak ferman buyurulmağın, İmtisalen li-l emr-il ali Adana Kadısı ve Mütevellisi, ve Ayan-ı Vilayetden Şeyhzade Mehmed Efendi, Ve biraderi Mahmud Ağa,Ve Ramazanoğlu Sadık Bey, Ve Nakib-ül eşraf Kaymakam Es-Seyyid Mustafa Ağa, Ve Serdarı Mehmed Çavuş, Ve Kethüdayeri Vekili olan El-Hacc Hamza Ağa, Ve Misis Kadısı ve Mütevellisi Veli Ağa ve İmamı Abdullah Efendi ve Hatibi Ahmed Efendi Ve Vukuf-u tammı olan İhtiyarlarıyla,
Zikrolunan kazaların kadim hududu müşahede olunması içün, Kasaba-i Misis'in kıble tarafındanCebelinur kurbünde akd-ı meclis olunub sual olundukda;
Nehr-i Ceyhun'un garbi tarafı Adana Kazası'na tabi Yüreğir Kazası toprağı, Şarki tarafi Berendi Kazası toprağıdır, Deyu ahalisi ihbar eyledikleri kayd ve tahrir olunub, Andan dahi cemaat-ı mezkûr ile
Demirkapı'ya varub akd-i meclis olunub sual olundukta; Zikrolunan kazaların kıble tarafı Demirkapı'dan deryaya müntehi olur canib-i şarkisi Turunçlu'ya Ve andan Gözenek'e müntehi olur. Lakin Demirkapı ve Büyükmanend Halep toprağıdır, deyu ihbarları kayd olunub,
Andan dahi cemaat-ı mezkûr ile Kınık Kazası yanında olan, İsneyn Bazarı kurbündecereyan eden, Karaçay demekle maruf su boğazına varulub;
El-Hacc Yusuf ve İmam Veli Efendi ve Hacı Osman Ağa ve Hacı İsa Oğlu Molla Mehmet veKarasolak ve Hacı Hüseyin Efendi ve Hacı Mehmet ve Taviloğlu Molla Veli ve El-Hacc Halil veİbrahim Efendi ve Molla Salih ve Yakup ve Kara Mustafa vesair vukuf-u tammı olanahalilerinden cem-i gafir ve cemaat-ı kesir ile akd-i meclis olunub ahalisinden sualolundukda, Zikrolunan kazaların kadim hududu;
Şarki tarafi; Gözenek'den Sarı Çınar'a, Ve andan İdrak Bocası'na, Ve andan Karagöl'e, Veandan Hacbeli'ne, Ve andan Zorkun'a, Ve andan Cebel-i Hınzır'a, Ve andan Köyceğiz'e ve andan Türkî Makbereliği olan gediğe, Ve andan Alçakkaya'ya, Ve andan Kızıldağ'a ve andan Avcı Beleği'ne, Ve andan Anagöz Çayı'na, Ve andan Nehr-i Ceyhun'a müntehi olur. Ve İsneyn Bazarı'nın nısfı Maraş toprağı ve nısf-ı aheri Kınık toprağı Adana Sancağıdır, deyu beynennas meşhur ve mütevatir, Velâkin bu hududun dâhilinde kalmışdır.
Rub' saat yerdir.
İçinde bazı Maraş erbab-ı tımarı toprağı vardır. Ve zikrolunan kazaların şimal ve garb tarafları Nehr-i Ceyhun olub, deryaya varıncaya değin Berendi ve Ayaş toprağıdır. 1102-Ali El-Mevla Hilafetihi be-Kaza-i Kınık,
Demirkapı kurbünde Halep toprağıdır dediğimiz Üzeyr toprağıdır, İsneyn Bazarında Maraş toprağıdır dediğimiz Kars Sancağıdır. Adana kalasında mahfuz olan mufassalı bile getürülmüş idi. Ferman Sultanımındır. Sahh” (Yılmaz Kurt, tarih İçinde Bütün Yönleriyle Osmaniye Sempozyumu)
Ahmet Cevdet Paşa'ya göre Kınık şehri bugünkü Osmaniye'nin yerindedir. Osmaniye'yi kuran Ahet Cevdet Paşa buradaki harabelerden şöyle bahsetmektedir;
“Hacı Osmanlı Karyesi'nin piş-gahında Pazaryeri denilir bir mahalde, görülen asara nazaran vaktiyle burası bir büyük kasaba olup, mürur-ü zaman ile harap olarak, ahalisi dağılıp dağlara çekilmiş olduğu istidlâl olunmuş ve arazisi ise Gavurdağı eteklerinde Çukurova'nın en mümbit yerlerinden olduğu görülmekte burada yine bir kasaba inşası tasmim kılınmıştır.”(Ahmet Cevdet Paşa, Tezakir)
Ahmet Cevdet Paşa'nın verdiği bilgilerden Osmaniye'nin 1865'te Karaçay kenarında kurulduğu sonra Maraş yolundan uzak kaldığı için şehir 1867'de şimdiki yerine alındığı anlaşılmaktadır.
“Mukaddema Halep'ten İstanbul'a gelirken Osmaniye vücuh-u Belen'e gelip bizimle görüştüklerinde; Osmaniye Kasabası ücra yerde bulunduğundan, Adana'dan İslâhiye'ye ve Maraş tarafına giden yolcular kasabaya uğramayıp, bu cihetle ahz-ü itadan mahrum olduklarını derk etmekle, bu kasabayı cadde üzerine vaki Pazaryeri'ne nakil etmek için vaki olan istidaları üzerine, kendilerine ruhsat verilmiş ve onlar dahi hemen eski kasaba ve bağçelerini kendilerine sayfiye olmak üzere terk ederek Pazaryeri'nde müceddeden bir kasaba bina etmişler idi.
Bu kerre Maraş'a giderken bu yeni Osmaniye kasabasına uğranılarak, bundan dahi kesb-i neşat ve inşirah eyledim.”
(A. Cevdet Paşa, Tezakir)