İstasyona bir çocuğun gözüyle, belki çocukluğumun gözüyle bakmak istiyorum. Fırsat ayağıma geliveriyor. Orada elindeki kömbeden bir ısırık alıp istasyona bakan çocuk ilham veriyor hemen. Elindeki kömbeden bir ısırık alarak hayranlıkla istasyonu gözleyen çocuğun bakışıyla yaklaşıyorum. Onun izlediği istasyona, gözlerini diktiği istasyon çatısındaki sekiz köşeli yıldıza bakarken karışıveriyor yerlerimiz. Çocuk ben oluyorum ve hatırlıyorum; yıllar önce ilk istasyona gelişimi, elimden tutan annemi, durdurduğumu, bir süre benim de izlediğim bu çatı yıldızını, bu hardal sarısı binayı, çok sayıda rayları, raylı yolların ortasında yolcuların beklediği yüksekliği, atıl vaziyette bekleyen vagonları ve koca gövdeli okaliptüs ağaçlarını… İlk tren yolculuğumuzun bu büyülü başlangıç yeri, Osmaniye İstasyonu (tren garı), şimdikinden çok daha alımlı, çok daha bakımlı, çok daha kalabalık, çok daha nemli bir yer olarak kalmış aklımda. Hele bilet almak için beklediğimiz sıranın uzunluğu, bekleme salonun görüntüsü, gürültüsü, insanların telaşı, bekleme salonundaki tavanın devasa yüksekliği çocuk hafızamda silinmeden kalmış.

Karadumanlar içinde gelmiyordu trenler, lakin türkülerin zihnimizde oluşturduğu tahayyülle kara trenleri sayıklıyor, kara duman içinde kara trenlerin geldiğini tasavvur ediyorduk. Trenler, hırsla bilenmiş, kızgınlıktan gözleri dört dönmüş koşu atları gibi beklerdi istasyonlarda.Çalışır vaziyette istasyonda duran her tren, bizim için her an koşabilecek çılgın atlar gibiydiler ve bu vaziyetteki trenleri görünce hemzemin geçitlere yaklaşamaz, korka korka beklerdik. Yolculuk varsa ve bu atlara binmemiz gerekse, çalan kampanalarda olurdu kulağımız. Çünkü kampana, bu demir atlar için telkin sözcükleri olurdu. Alelacele korkarak sırtlarına bindiğimiz bu trenler, burunlarından hırsla solurlardı ve kondüktörün çalacağı düdükle ileri atılacaklarını, nal seslerinin andıran “çıkıdık, çıkıdık” ray sesleriyle dörtnala bir koşunun başlayacağını bilirdik.Makinistler, bu azgın atları durdurmak için gemlere asılmış yiğit binicilerdi. Kalkış düdüğüyle şahlanan trenler uçar gibi çıkardı perondan.Hatta lokomotiflerin şahlandığını gören arkadaşlarımız bile vardı.

Çocukluk merakıyla sorduğum görevli şef anlatıyor. 1904 yılında kurulan Adana merkezli Osmanlı-Alman sermayeli Chemin de Fer ImpérialOttoman de Baghdadşirketi,1912’de Osmaniye İstasyonun açılısını gerçekleştirmiş ve 1923 yılına kadar işletilmiş. Osmaniye istasyonu, Anadolu – Bağdat Hattı üzerine yer alıyor. Bu hat, Fransız, İngiliz ve Almanlar arasında tartışmaya sebep olmuş ve I. Dünya Savaşının çıkış sebepleri arasında gösterilmiş.Daha çok Alman sermayeli bu şirketin çalışanları söylentilere göre daha çok yabancılarmış, özellikle tünel yapımlarında tamamen yabancı işçiler çalınmış. Osmaniye, o vakitler bataklı ve sazlıklarla dolu bir ova, istasyonun yanı yönü bomboş. Enver’ül-Hamid Camii, mekez. Osmaniyeo yıllarda yeni bir yerleşim yeri. 1865 yılında Fırka-i İslahiye, Hacı Osmanlı köyüne gelir ve fiilen kurulur. Ardından kaza, yapılır.

Aynı yıl Hacı Osmanlı köyü, Hacı Osmanlı Mahallesini; Alibekiroğulları, Alibekirli Mahallesini; Cırnazlı aşireti, Rızaiye Mahallesini; Kafkaslardan gelen göçmenler, "Dağıstan" denilen, şimdiki Alibeyli Mahallesini oluşturur. 1872 yılına gelindiğinde Osmaniye'nin durumu şöyledir: Kaymakam, Alibeyli Mahallesine de adı verilen Ali Efendi. Kazada bir hükümet konağı, bir cami, üç mescit, bir medrese ve kırk beş dükkân ile dört yüz beş hane var. Nüfus, yaklaşık iki bin kişi. Mehmet Eminlerin Konağı’nın, hükümet konağı olduğu düşünülürse istasyona kadar olan bir km’lik yol var. O gün için istasyon, Osmaniye’nin ilçe olmasını perçinliyor ve gelişimi müjdeliyor.

Yapım sonrası, istasyonun çevresi bataklıktan ve sazlıktan kurtarılmak için ağaçlandırılıyor. O yılların mucizesi, bataklık kurutucusu Okaliptüsler, diğer adlarıyla “garipdostlar”. İstasyon çevresine dikiliyorlar; çabuk büyüsün, bataklıklar kurusun, yeşillik ve gölgelik bir yer olsun niyetiyle. Türkiye’ye ilk gelen okaliptüs ağaçları bunlar. Bunların bir kısmı öncelikle Tarsus’a, geriye kalanı Osmaniye İstasyonu çevresine dikiliyor. Kocaman gövdeli, dev gibi okaliptüs ağaçları büyüyor. Çocukluğumda hayranlıkla izlemiştim bunları. Üç dört çocuk el ele versek, ancak çevirebilirdik gövdelerini. Sonraları birer birer kesiliyor bunlar. Şimdiler de yok denecek kadar az.

Şimdi Osmaniye İstasyonu depremden gördüğü zarar sebebiyle kapalı. İstasyon caddesi harap. Depremin en çok hissedildiği yerler oldu istasyon ve çevresi. İstasyon binası restore mi edilir, yıkılır mı; belirsiz. Hızlı tren için çalışmalar sebebiyle seferlerde durmuş durumda şimdilik. Hayırlısı olur inşallah, diyelim sözü bitirirken. Hızlı tren seferleri başlarsa eski güzel günleri geri gelir mi istasyonun, göreceğiz.