Kanuni, Osmanlı Devleti'ni üç kıtaya yayılmış ve dünyanın en güçlü devletinin başına hükümdar oldu.
Kanuni, Hürrem Sultan ile olan evliliğinden Mihrimah adındaki bir kızı oldu.
Mihrimah, genç kızlık dönemine girdiğinde onun için uygun bir damat arayışına geçildi.
Kanuni Sultan Süleyman, Osmanlı cihan devletinin büyük hükümdarı idi. Rus asıllı karısı Hürrem Sultan ile damadı Rüstem Paşa'nın entrikaları sonucu oğlu Mustafa adına düzenlenen “sahte mektupları” araştırma gereği duymadı. Duygularına esir oldu, öz oğlu Mustafa'nın öldürülmesini emretti. Rüstem Paşa'nın Sadrazamlığı 15 yıl kadar sürdü. Öldüğünde serveti sayıldı, Osmanlı ülkesinin en zengini olduğu anlaşıldı. Tarihçi Peçevi Rüstem Paşa'nın “Uçan kuştan bile rüşvet alarak” kesesini doldurduğunu yazdı. Osmanlı Kanuni zamanında “Arşı alaya” yükselmişti, ama padişahın ayakları yere basmıyordu, gerçekleri ise hiç göremiyordu! Osmanlı rüşvet ve iltimas belası ile içten çürümeye çökmeye başlamıştı bile…
Devleti aliyyeyi şahane-i Osmani” sözlerinin anlamını öğrenmek için lügatlere bakmaya bile gerek yok…”En büyük yüce Osmanlı devleti” anlamına gelir. Özellikle Türk soyundan gelen hakanların yönettiği ve 16.yy içinde dünyanın en büyük devlet haline gelen Osmanlı'yı ifade etmek için kullanılır. Hazar Denizin'den Avrupa içlerindeki Viyana kapılarına kadar Osmanlının sınırları kuzeyde Moskova yakınlarından güneyde Afrika içlerindeki Sudan'ın daha aşağısında kalan Kongo ormanlarına kadar dayanmaktadır. Güneşin doğduğu Endonezya'dan yine güneşin battığı Fasa-Moritanya sahillerine kadar uzanan topraklara sahiptir. Ve de Osmanlı'nın idare merkezi İstanbul…Dolayısıyle Topkapı Sarayı…Dolayısıyle Divanı Hümayun'dur.
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul fethinden sonra Topkapı Sarayını yaptırırken devletinin kıyamete kadar yaşaması düşünmüş olmalı ki devletin temellerini “adalet üzerine” dayandırmak istemiş. Topkapı Sarayı'nın orta yerinde hükümet toplantılarının yapıldığı yerin üzerine yüksekçe bir kule yaptırmış adına da Adalet kulesi denmiş… İnsanların inançlarına ve soyuna bakılmadan herkese adaletli yaklaşmayı amaçlayan bir düşünce yansımış Topkapı Sarayına yani “Payitahtı Ali Osman'ın “merkezi İstanbul şehrine…
Sonradan Topkapı Sarayının ilk giriş kapısının sağına ve soluna altın sarısı Arapça harfleri ile iki kitabe yerleştirilmiş. Kapının sağ tarafında olan kapının üzerine “Allah yeryüzünün idaresini sultana (Türk hakanına) vermiştir” yazısı yerleştirilmiş… Aynı kapının sol duvarı üzerinde olana da “O, yeryüzünde insanlar üzerindeki zulmü ortadan kaldırmakla görevli ve halkın koruyucusudur” sözleri yerleştirilmiş. Ne muhteşem bir düşünce ve onun bağlı olduğu inanç değerleri…Böylece Osmanlı'nın temelleri kaynağını Kuran'dan alan düşünceye/inanca dayandırılmış…
Fatih'in torunları…İstanbul'un fethinden kısa bir süre sonra tarih sahnesinde rol oynuyorlar. Osmanlı tahtında Sultan Süleyman var. O'na devletini zirveye taşıdığı için “Muhteşem Süleyman” diyorlar. Ülkenin sosyal hayatının her anını kurallara bağlayan yasalar çıkarttığı içinde “Kanuni” şöhretini almış. Avrupalılar onun dünyanın en büyük devletine “Türk İmparatorluğu” (Turkish Empire) adını layık görmüşler. Gücün, ihtişamın “arşı alaya çıktığı” bir zaman yaşanıyor İstanbul'da. Kanuni, gönlünü hoş etmek üzere genç ve güzel saray gözdesi Hürrem Sultan ile evleniyor. Aslen Ukraynalı bir papazın kızı ve asıl adı da Aleksandra Lisovska olan bu genç ve güzel kız sarayda aldığı eğitim ve terbiye sonrası “Hürrem” adına layık görülüyor. Kendini koruyan güzelliği kendi içinde yaşatan anlamına geliyor “Hürrem”. Kalem kaşları, incecik belleri, sürmeli gözlerindeki bakışları ile Süleyman'ın kalbini titretiyor ve Osmanlı padişahı ile evleniyor. Ve yıllar geçiyor. Hürrem'in Kanuni ile olan evliliğinden bir kızı oluyor: “Mihri mah” adı veriliyor. “Ay parçası” anlamına da geliyor, Mihrimah… Hürrem Sultan , gönlünün efendisi, gözleri iki çeşme yoluna baş koyduğu efendisi Süleyman ile yaşadığı aşk ile geçen yılları sonucu koskoca cihan hükümdarına “Aşk mektupları” yazdıracak kadar da cilveli işveli bir hatun. Hürrem'in kızı mihrimah 17 yaşına geldiğinde 1537 yılı içinde evlenmek üzere arayışlar başladı
KANUNİ, OĞLU
MUSTAFA'NIN İDAM
EDİLMESİ EMRİNİ
VERDİĞİNDE…
Kanuni, oğlu Mustafa'nın ismi ve mührü taklit edilerek kendisine ulaştırılan mektuplara inandı. Oğlu Mustafa'nın darbe yapacağını düşündü.
-Ve oğlu Mustafa için idam emrini verdi.
-Mustafa'nın idam edilmesi Osmanlı tarihinin hiç bitmeyen hicran yarasıdır.
Makam ve mevkii yerinde olan, herkesin hayran kaldığı, kudretli ve de zengin birisi ile evlendirilmesi lazım Mihrimah…Böyle düşünmüştü Hürrem Sultan. Ve de bu iş için Rüstem Paşa'yı uygun bulmuştu. Tanışmalar görüşmeler ve konuşmalardan sonra Mihrimah ile Rüstem'in evliliği “Allahın emri, peygamberin de kavli ile” sonuca vardı. Yalnız halkın dilinde bir söylenti vardı: Rüstem Paşa'nın dürüst birisi olmadığına inananlar, onun hasta olduğunu ileri sürüyorlardı. Rüstem Paşa'da Diyarbakır Valisi ve de kumandanı idi. Bu işin aslını öğrenmek üzere Diyarbakır'a müfettişler gitti. Gizlice Rüstem'in yatağı araştırıldı. Yorganında bir “bit lekesi” bulundu. Ve de İstanbul'a “Marazı(hastalığı) yoktur amma yorganında “kehle” (Bit) izleri vardır” sözleri yazıldı, rapora… Ve sonrasında İstanbul'da görkemli bir tören ile Rüstem Paşa ile Mihrimah Sultan evlendi. Bundan sonrası Rüstem Paşa'nın “Devletlu” olması lazımdı. Öyle de oldu yani “Devlet kadar güçlü”olacaktı. Ama nasıl! 1544 yılında Osmanlı Sadrazamlığı görevinde bulunan Hadım Süleyman Paşa görevinden alındı. O'nun yerine II.Vezir Özdemir Paşa veya III.Vezir Hüsrev Paşa'dan birisinin geçmesi gerekecekti. Bu sırada Hürrem Sultan'ın istekleri/entrikaları gündeme geldi. Her iki vezir Özdemir Paşa ile Hüsrev Paşa laf getirip götürmeler sonucu birbirine düştü. Vezirler arası kavga çatışmaya dönüştü. Ve Hürrem'in isteği ve de Kanuni'nin kabul etmesi üzerine Rüstem Paşa'nın istikbali birdenbire parladı Sadrazam oluverdi. O'nun bu durumuna bakanlar “Kehle-i İkbal” sözünü kullandılar yani “bir bit parçasının istikbalini yücelttiği insan” anlamına geliyordu. Rüstem Paşa, resmen Osmanlı Devleti'nin kaderinde söz sahibi olan en yüksek mevkide bir insandı. Ama ipler perde arkasında kayınvalidesi Hürrem Sultan'ın elinde idi. Ve de Hürrem Sultan, Osmanlı tahtına kendi öz oğlu Selim'in geçmesini arzu ediyordu. Elinde fırsat iken de e Kanuni'nin en büyük oğlu Mustafa'nın başının “yenmesinin” gerektiği görüşündeydi. Yıllar geçiyor, Kanuni Sultan Süleyman yaşlanıyor, Osmanlı orduları zaferden sefere koşarak deryalarda ve karalarda sınırları genişletiyordu. 1553 yılına gelindiğinde Osmanlı için İran'daki Safevi şahlarının tehlikesi birdenbire arttı.
Sınırda yaşanan olaylar sonrası İran üzerine sefer açılması gündeme geldi. İşte o günlerde Kanuni'nin huzuruna Amasya'da Valilik yapan oğlu Şehzade Mustafa mühürlü mektuplar geldi. Mustafa kendi ikbali (yükselmesi padişah olması) için İran şahına yardım ve işbirliği teklif ediyordu. Kanuni'nin başından kaynar sular döküldü. Kızgınlığını içine gömdü. Devletinin bekası (yaşaması) için bir karar vermesi onu da icra etmesi gerekiyordu.
1553 yılı Bahar aylarında orduyu da alarak Konya ovasına kadar geldi.
Vilayet ve Sancak beylerini yanına çağırdı. Amasya Valisi oğlu Mustafa'yı da çağırmıştı. Mustafa, babasının bu isteği üzerine askerlerini de yanına alarak Osmanlı Otağı hümayununa (padişah çadırına) geldi. Kapıda iken nöbetçi askerler “silahını da bırakarak içeri gir” uyarısında bulundular. Halbuki padişahlar ile görüşmek üzere şehzadeler silahları ile huzura kabul olurdu. Kanuni, oğlunun gözlerine dalgın dalgın baktı. Hal hatır sordu. Sonra da “İstirahat buyur” diyerek dinlenmesini istedi. Mustafa huzurdan çıktıktan sonra çadırına doğru gitti. Ve o anda beklenmedik bir olay gelişti. 7 dilsiz cellat üzerine çullandılar. Ellerindeki baltalar ile geleceğin padişahının neresi gelirse (beline, kafasına) vurmaya başladılar. Mustafa, cellatlara direndi. Onları dağıttı veya yere serdi. İşte o anda ünlü cellat Zal Mehmut Ağa elinde balta ile geliyordu. Nutku tutuldu.
Zal Mahmut, onun sarayda iken sık sık görüştüğü en yakın arkadaşları arasında idi. Zal Mahmut, elindeki baltayı Mustafa'ya “Yallah” dedi ve vurdu. Mustafa yere düştü. Cellatlar kement ile boğazını bağladılar.
,Ve elleri ile sıkarak Mustafa'yı nefessiz bıraktılar. Ve “cesareti ile askere örnek, fazileti ile herkesin gönlünü kazanan şehzade Mustafa - sözde “Devletin bekası (yaşaması) için öldürülmüş oldu! O koskoca cihan padişahı Kanuni, oğlu Mustafa adına mühür basılı mektupların başkaları tarafından yazılmış ve taklit edilmiş düzmece bir belge olduğunu araştırması gerekmez miydi! Bütün dünya insanlarını zulümden kurtaracağını söyleyen ve bu sözleri Topkapı Sarayının giriş kapısına yazdıran Osmanlının kuruluşunun temel felsefesine de aykırı değil miydi olanlar!