Filistin'de 7 Ekim 2023 tarihinde başlayan ve bir yılı aşkın sürededir devam eden İsrail’in askeri operasyonları, yalnızca bölge halkını değil, küresel vicdanı da derinden yaralıyor. Filistin topraklarındaki olaylar, sadece bir soykırım olarak değil, aynı zamanda ekolojik yıkım olarak da tanımlanıyor. Yerleşimci-sömürgeci politikaların sebep olduğu bu yıkımlar, kapitalist sistemin doğayı ve insan yaşamını nasıl yok saydığını gözler önüne seriyor.
Doç. Dr. Yelda Erçandarlı, bu durumu şu sözlerle değerlendirdi: “Naomi Klein, yüzyıllar boyunca küresel güçlerin yeryüzünü ve üzerinde yaşayanları sömürgeleştirdiğini dile getirmiştir. Bugün Filistin’de yaşananlar, bu sürecin en çarpıcı örneklerinden biridir.”
Ekolojik Yıkımın Boyutları
Ekim 2023’ten bu yana İsrail’in Filistin topraklarına yönelik yoğun bombardımanlarında 80.000’den fazla patlayıcı kullanıldığı belirtiliyor. Bu yoğun askeri süreç, tarım alanlarının %75’inin zarar görmesine, su kaynaklarının kirlenmesine ve bölgede ciddi toksik kalıntıların birikmesine yol açtı.
Gazze’de insanların temiz suya erişim imkanı neredeyse tamamen ortadan kalktı. Elektrik altyapısının tahrip edilmesi, su arıtma tesislerinin çalışamaz hale gelmesine neden olurken, bölge sakinleri yerel kuyulardan su temin etmeye çalışıyor. Ancak bu kuyularda beyaz fosfor ve diğer toksik maddelerin kalıntıları bulunduğu belirtiliyor.
Ekolojik yıkımın etkileri sadece Gazze ile sınırlı kalmıyor. Batı Şeria ve Kudüs gibi bölgelerde yoğun yerleşim politikaları nedeniyle, yerli halkın tarım yapabileceği alanlar ciddi oranda daralmış durumda. Bu alanlardaki ormansızlaşma ve toprak erozyonu, iklim krizini derinleştiriyor.
Soykırım ve Ekolojik Yıkım Arasındaki İlişki
Araştırmacı Andreas Malm, 2025’in ilk günlerinde yayınlanması beklenen kitabında “Filistin’in yıkımı, yeryüzünün yıkımıdır” diyerek soykırım ve ekolojik yıkımın birbirinden bağımsız olmadığını vurguluyor. Malm’e göre, kapitalist üretim tarzı hem insanlığı hem de doğayı sömürerek yıkıcı sonuçlara yol açıyor.
Bu bakış açısına destek veren Doç. Dr. Erçandarlı, şu ifadelere yer verdi: “Filistin’deki durum, doğa ve insan arasındaki yaşam dengesinin bozulduğu kritik bir noktadır. Toprak, su ve hava gibi temel doğal kaynaklar bilinçli bir biçimde yok ediliyor. Bu yıkım, bölgede yaşayan her canlıyı tehdit ediyor.”
Uluslararası Sessizlik ve Çifte Standart
Geçtiğimiz yıl boyunca İsrail’in sistematik olarak sürdürdüğü askeri operasyonlara karşı uluslararası toplumun tepkisizliği, adeta sessiz bir onay olarak değerlendiriliyor. ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerin İsrail’e silah ve siyasi destek sağlaması, emperyalist güçlerin çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini gösteriyor.
Uluslararası arenadaki bu sessizlik, Filistin halkının maruz kaldığı insanlık suçunu görmezden gelmek anlamına geliyor. Birleşmiş Milletler’in etkinliği sorgulanırken, Filistin meselesinin uluslararası iklim zirvelerinde dahi gündeme gelmemesi, küresel sistemin önceliklerini sorgulatıyor.
Doç. Dr. Erçandarlı, bu çifte standardı şu sözlerle eleştirdi: “Filistin halkı, beyaz ceset torbalarının arasında hayatta kalma mücadelesi verirken, bizler sadece izlemekle yetiniyoruz. Ancak bu süreçte yaşananlar, ekolojik yıkımla birleşen bir insanlık suçudur.”
Çözüm Nerede?
Filistin’de yaşanan yıkımı durdurmak için insan hakları savunucuları ve çevre aktivistleri, acil eylem çağrılarında bulunuyor. Bu kapsamda, fosil yakıt ambargosu, İsrail’in işgal politikalarına karşı etkili bir çözüm önerisi olarak sunuluyor. Ancak bu önerinin hayata geçirilmesi, uluslararası güçlerin siyasi iradesine bağlı.
Geçtiğimiz ay Birleşmiş Milletler’de yapılan bir toplantıda, Ahmet Abu Thaher’in şu sözleri dikkat çekti: “Eğer oradaki insanları öldürüyorsanız, çevreyi korumak kimin için anlamlıdır?” Bu çağrı, Filistin’deki insanlık krizini doğayla bağlantılandırıyor.
Sonuç olarak, Filistin’de yaşananlar sadece bölgesel bir kriz değil, insanlığın ve doğanın ortak geleceğine yönelik bir tehdittir. Bu tehdidi durdurmak, tüm dünya halklarının ortak sorumluluğundadır. Eğer bu yıkıma karşı harekete geçilmezse, Filistin’de yaşananlar küresel bir ekolojik felaketin habercisi olabilir.