Türkiye'nin 1990'larda tanık olduğu en trajik olaylardan biri, Kumkapı Cinayeti ve ardından gelen medya fırtınası, bugün hâlâ acı bir hatıra olarak hafızalarda yer ediniyor. İsmail Kızılkaya'nın trajik ölümü ve eşi Gülten Kızılkaya'nın yaşadıkları, medyanın insan hayatını nasıl dramatize edebileceğinin ve halkın algısını nasıl yönlendirebileceğinin çarpıcı bir örneğini sunuyor.

Zeynep Uludağ 3

Gülten Kızılkaya, eşinin ölümünden sonra yalnızca bir eş ve iki küçük çocuğun annesi olmakla kalmadı; aynı zamanda medyanın acımasız oyunlarının da kurbanı oldu. Medya, bu trajediyi, dikkat çekici başlıklar ve sansasyonel hikayelerle kamuoyunun gündemine taşıdı. Zeynep Uludağ’ın eylemleri kahramanca bir direniş olarak sunulurken, Gülten Kızılkaya'nın acısı ve itirazları göz ardı edildi.

Bu süreçte, medyanın yarattığı algının mahkeme sürecini de etkilediği gözlemlendi. Uludağ, kısa süreli bir hapis cezasının ardından serbest bırakıldı ve medya tarafından bir yıldıza dönüştürüldü. Öte yandan Gülten Kızılkaya, eşinin ölümünün ardından yaşadığı ekonomik sıkıntılar nedeniyle medyanın sunduğu teklifleri kabul etmek zorunda kaldı. Gazetelere poz vermek, röportajlar yapmak ve tamamen değişen bir imajla kamuoyunun karşısına çıkmak, onun hayatta kalma mücadelesinin bir parçası haline geldi.

Gülten Kızılkaya2

Medyanın Rolü: Kahraman mı, Kurban mı?

Gülten Kızılkaya'nın hikayesi, medyanın insan hayatını nasıl bir şov malzemesine dönüştürebileceğinin ve bu süreçte bireylerin yaşadıkları zorlukların, toplumun genel ahlak anlayışını nasıl sorgulatabileceğinin trajik bir örneğidir. Medyanın, dramatize ettiği ve abarttığı haberlerle halkın algısını yönlendirmesi, bu olayın sadece bir cinayet olmaktan çıkıp, bir medya sansasyonuna dönüşmesine yol açtı. Özellikle Gülten Kızılkaya'nın, eşinin ölümünün ardından yaşadığı trajedi ve medyanın bu süreci nasıl işlediği, toplumsal vicdanın sorgulanmasını gerektiren önemli bir konudur.

Bu olay, Türk medyasının 1990'lar dönemindeki yaklaşımının bir yansıması olarak, medyanın sorumluluklarını ve etik sınırlarını göz önünde bulundurması gerektiğini vurguluyor. Gülten Kızılkaya'nın hikayesi, medyanın etkisi altında kalan bireylerin seslerinin nasıl bastırıldığını ve toplumun bu konudaki duyarlılığının artması gerektiğini hatırlatıyor. Bu olay, medya etiği ve sorumluluğu konularında ciddi bir ders niteliği taşıyor ve bu tür trajedilerin tekrarlanmaması için toplumsal bir uyanış çağrısı olarak görülebilir.

Gülten Kızılkaya

Editör: Ertuğrul Salih Çimen