Türkiye’de son yıllarda artan kadın cinayetleri, taciz ve tecavüz vakaları toplumda büyük bir infial yaratmış durumda.

İki genç kızın boğazı kesilerek öldürülmesi ve surlardan atılması, sokak ortasında bir kıza tecavüze yeltenen saldırganların herkesin gözü önünde bu suçu işlemeye çalışması gibi olaylar, ülkenin hukuk sistemindeki eksiklikleri ve cezasızlık kültürünü bir kez daha gündeme getirdi. Maalesef, bu olayların faillerinin çoğunun ya uyuşturucu bağımlısı ya da sabıkalı olduğu ortaya çıkıyor. Ancak daha da düşündürücü olan, bu suçluların sistem içinde nasıl cezasız kaldığıdır.

CEZASIZLIK KÜLTÜRÜ VE HUKUKUN İŞLEYİŞİ

Türkiye’de cezasızlık, toplumda giderek kanıksanmış bir gerçek haline geldi. Suç işleyen kişiler, polisin yakalaması ve savcıya teslim etmesi halinde bile adli süreçlerden kolayca sıyrılabiliyorlar. Failler, savcı tarafından tutuklamaya sevk edilse bile, hâkim adli kontrol şartıyla salıverebiliyor. Bu durum, halk arasında adalet sistemine olan güveni zedeliyor. Özellikle kadına yönelik şiddet ve tecavüz vakalarıyla gündeme gelen bu boşluklar, toplumun vicdanını yaralayan en önemli meselelerden biri haline gelmiş durumda.

Cezasızlık ve suçluların adalet karşısında kolayca serbest kalması, toplumun güven duygusunu sarsıyor. Kadına karşı işlenen suçlarda failin adaletten kaçması, toplumda bu tür suçların artmasına zemin hazırlıyor. Suç işleme potansiyeli olan bireyler, yakalanma veya cezalandırılma korkusu olmadan bu fiillere daha kolay yeltenebiliyor. Bu döngü, ülke genelinde güvenlik algısını zayıflatıyor ve "Polisiye tedbirler tek başına güvenlik sağlamaz" sözünü doğrular nitelikte.

CEZAEVLERİ ISLAH MI, SUÇ AKADEMİSİ Mİ?

Bir diğer tartışmalı nokta ise Türkiye’deki cezaevlerinin işlevi. Cezaevlerinin, suçluların topluma kazandırılacağı rehabilitasyon merkezleri mi, yoksa suçun daha da derinleştiği yerler mi olduğu konusu oldukça tartışmalı. Bazı kesimler, cezaevlerinin adeta bir "suç akademisi" haline geldiğini savunuyor. Cezaevinde yatan suçluların dışarı çıktıklarında daha büyük suçlar işlediğine dair birçok örnek mevcut. Ayrıca denetimli serbestlik sistemi de toplumda ciddi endişelere yol açıyor. Cezaevinden erken çıkan suçlular, denetim altında olmalarına rağmen, çoğu zaman yeni suçlar işlemeye devam edebiliyor.

UYUŞTURUCU SORUNU VE ŞİDDET OLAYLARI

Uyuşturucu kullanımı da Türkiye’deki suç oranlarının artmasında büyük bir etken. Kadın cinayetlerinin birçoğunda faillerin uyuşturucu bağımlısı oldukları ortaya çıkıyor. Uyuşturucu madde kullanımı, kişileri hem ruhsal hem de fiziksel olarak kontrol edilemez hale getiriyor, bu da şiddet olaylarının tırmanmasına neden oluyor. Uyuşturucuyla Mücadele Komisyonu milletvekillerinin yürüttüğü çalışmaların yeterli olup olmadığı ise tartışmaya açık bir konu. Bu komisyonun daha etkin politikalar geliştirmesi, uyuşturucu kullanımını önleyici programlar uygulaması ve halkı bilinçlendirme çalışmaları yapması elzemdir.

SUÇ VE CEZA SİSTEMİNDE DEĞİŞİM İHTİYACI

Türkiye’de şiddet ve suçla mücadelede polisiye tedbirlerin yeterli olmayacağı açıktır. Ceza sisteminin adil, caydırıcı ve hızlı işlemesi gerekiyor. Failin adliyeden elini kolunu sallayarak çıkabildiği bir sistem, sadece suçluları cesaretlendirir. Bunun yerine, toplumun güvenini kazanacak bir yargı ve ceza sistemi inşa edilmelidir. Can güvenliği, "bileşik kaplar yasası" gibi, adaletin dengeli ve tutarlı bir şekilde sağlanmasına bağlıdır. Suçsuz insanları hapse atan bir sistemin, suçluları serbest bırakma ihtimali de her zaman yüksek olacaktır.

BU DÜZEN DEĞİŞMELİ

Türkiye’de kadın cinayetleri, taciz ve tecavüz vakaları sadece birer kriminal olay olarak ele alınmamalı, toplumsal bir mesele olarak görülmelidir. Bu vakaların faillerine karşı güçlü ve caydırıcı cezalar verilmedikçe, cezasızlık kültürü devam edecektir. Adalet sisteminin, kadınların temel hak ve özgürlüklerini korumada daha kararlı adımlar atması, suçluların cezasız kalmasına müsamaha göstermemesi gerekiyor. Unutulmamalıdır ki; toplumsal huzur ve güvenliğin sağlanabilmesi için adaletin herkes için eşit ve hızlı bir şekilde tecelli etmesi şarttır. Unutmayalım, unutturmayalım!