“Taşı Gediğine”

Abone Ol

Yerel Gazetecilik zor zanaattır. Sanattır ifadesini bilerek kullanmıyorum. Çünkü yerel gazeteci dönem dönem para alan kişidir. Almak zorundadır. Yazmak için desteklenmek ve fonlanmak dediğimiz maddi katkılar önem taşır. Ama …

İşte bugün size, bir önceki paragrafın sonunda yazan ve üç nokta ile biten “ama” kelimesinin devamını yazmak istiyorum. Size yaşadıklarımı tüm samimiyetimle itiraf edeceğim. Ömrümün son deminde olanı biteni anlatmak gerektiğini düşünüyorum. Ama! dedik ya, Ama kelimesi önceki yazdıklarımızı söylediklerimizi anlamsız kılan sihirli bir üç harftir. Diğer bildiğiniz üç harfliler gibi değildir. Bazen benzeşse de!

Hafta sonu bir haber yazdım. Ak Parti kongresi ile ilgili. Arayan arayana. Soran sorana. Aylardır doğru dürüst çalmayan telefonum onlarca defa çaldı. Övenler, eleştirenler, sahte yurt dışı Whatsapp hatlarından sövenler. Kahraman ilan edenler, öfke duyanlar, falanlar, filanlar.

Yaşam böyledir. Bir zamanlar beni “Hain” ilan edip kendi gruplarında aleyhimde bildirge yayınlayanlar  “En büyük gazeteci” diye reklamımı yapar olmuş. Arkamızdan atanlar, tutanlar; övmeye, yere göğe sığdıramayanlar ise; sövmeye başlamış. Şaşırmadım açıkçası!

Büyük önder Mustafa kemal Atatürk’ün bir sözü benim ofisimde duvarda asılı durur. Burada “Gazeteciler; bildiklerini, düşündüklerini, gördüklerini samimiyetle yazmalıdır” yazar. Etrafında da basın şehitlerinin fotoğrafları vardır. İşte en büyük gücüm bu sözdür benim. Ben “düşündüklerim” kısmı ile daha çok ilgileniyorum.

Bütün bu alan biten hengâmenin arasında bir iş insanı da aradı. “kardeşim sen yaz yeterki. Düşündüklerini yazdığın sürece ben sana destek olacağım” dedi. Ne için?” diye sordum. “Birileri yazmalı” dedi. Aynı isim beni yıllar önce “taraflı olmakla” suçlayıp Facebook’tan silmişti. Geldiğimiz noktada aynı yolun yolcusu olduğumuza sevinsem mi üzülsem mi bilemedim! Ama..

Yıllardır (12 sene) sosyal medyamda yer alan başka bir isim ise sayfasından silmiş. Sordum “Yazdığın yazı çok taraflı. Sen tam CHP’li oldun” dedi. (Oysa ben hayatım boyunca CHP li olmadım.)  Ben de engelledim. Dediğim gibi yazdıklarımız bazen rahatsızlık veriyor, bazen de hoşa gidiyor. Şunu yapsak aslında nasıl olur? Ben makalemi ya da haberimi yazayım. İktidar ve muhalefet gruplarına atayım. Onay alırsam yazayım! Ne dersiniz bence güzel fikir. Ne de olsa memleketin yarısı futbol yorumcusu, yarısı gazeteci bir kişi de ekonomist! Yok iki kişi oldu !
Beni arayan iş insanının maddi teklifini nazikçe geri çevirdim. (Yanımdaki çok yakın bir dostum da olaya şahitlik etti) Yine de beni düşünmesi ve bu teklifte bulunması güzel şey. Yazmayı teşvik ediyor.

Ama… Ben bu arkadaşın cömert teklifine “evet” desem sadece boynuma somut olarak ip takmamış olacağım. Soyut olarak her aynaya baktığımda boynuma taktığım kravatı ip olarak göreceğimden zerre şüphem yok. Ama..

Para lazım mı yaşamak için? Lazım. Emekli maaşı ile yaşanır mı? İmkânsız. O zaman nasıl ayakta kalacağız. Elektrik su kira vs. İşte bu noktada diğer iki mesleğim devreye giriyor: Grafikerlik ve Yapay Zeka üretkenliği. Bu nokta da destek verdiğim firmalar sağ olsunlar. Yani tasarımdan ve danışmanlıktan aldığımı gazeteciliğe harcıyorum.
 

Ama.. Yazmak kolay gibi görünen zor bir iş. İşin ucunda “Patlıcan, biber, soğan teşekkürler Erdoğan” lafı ile bir yıl hapis cezası aldık mı? Aldık. Ahmet Kaya’nın şu sözleri gibiyiz biraz da:

“Bugün düşünemiycen kadar başım belada

Köşe başları tutulmuş üstelik yağmur yağmada

İler tutar yanı yok,iler tutar yanı yok

Fişlenmişim,adım eşgalim bilinmekte

Üstelik göğsümde,yani yam şuramda

Kirli sakalıyla bir eşkıya

Ama… Geçenlerde 4. Vefat yılını andığımız usta gazeteci Hüseyin Ünaldı gibi, hayatım yettiğince, ömrüm ve sağlığım elverdiğince yazmaya ve okumaya devam edeceğim. Onunyıllarca gazetelerde ayzdığı köşenin adını başlığa koydum. "Taşı Gediğine" Bir kez daha saygıyla anıyor, anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Sonu ne olursa olsun. En büyük hazinemin özgürlük olduğunu biliyorum. Son sözleri de yine yapımcılığını ve yönetmenliğini yaptığım “Dokuz sütun Bir Osmaniye” Belgesel filmindeki Hüseyin Ünaldı’nın sözleri ile bitireyim:
“Ne verecekti Osmaniye halkı bana, Hanlar, apartmanlar, otomobiller mi? Sevgi verecekti. Onu da yüreğini doldurdu, doldurdu verdi”

Hoş kalın…